Her şeyi kontrol altına almayı isteme gibi garip bir huyum vardı. Bilirdim, bazen çok saçma gelirdi ama şu an için bu huyumu kullansam iyi olacaktı.
Bir elimdeki poşete, bir salona doğru bakarken en doğru yolun içeri girmekle olduğuna karar vermiştim. Hızlı adımlarla yanlarına gidip kapıda dikildim.
"Hoş geldin oğlum." diyerek sarılan anne oğul ile karşılaşmıştım ilk önce.
"Hoş buldum."
"Hayırdır. Sen niye geldin?"
Daha az önce oğlunun bir sevgilisi olduğunu ve bizim sadece arkadaş olduğumuzu söylemişken hala göz ucuyla bakıp da ima ediyordu. Sakin kalmak için derin bir nefes alıp bakışlarımı kaçırdım.
"Siparişini getirdim."
Elimdeki poşeti kaldırarak sahte bir şekilde gülümsedim. Olası bir yanlış anlama için elimden geleni yapmak zorundaydım. Misafirlerin benim ve Burak arasında yakıştırma yapması isteyeceğim bir şey değildi. Fakat Zeliha teyze zorlamaya devam etti.
"Bu kadar yakın olduğunuzu bilmiyordum."
Burak'ın cevap vermek için gereksiz sessiz kaldı. Ve bu durum hiç işime yaramamıştı. Gözlerimi ona dikerek dişlerimi sıktım. Sinirimi bastırmaya çalışıp düz bir ifadeyle araya girdim. "Yakın değiliz aslında."
Burak her zaman olduğu gibi işin dalgasındaydı. Onunla ilk karşılaştığım günden bu yana yüzüne bir maske takmış gibi sırıtıp duruyordu. Ciddiyetsiz biriydi. Sevmediğim onlarca özelliklerinden bir tanesiydi.
"İyi anlaştık diyelim." diye gözlerini benden ayırmadan cevap verdi.
Dua etmeliydi. Çünkü planıma sadık kalmamış olsaydım yaşanacak senaryo bambaşka olurdu. Sadece şimdiki gibi tedtidvari bakışlar atmak yerine çoktan icraate geçmiş olurdum.
"Eh işte." dedim bakışlarımı kaçırıp. Böylece onunla ilgilenmediğimin mesajını açıkça verdiğimi düşünüyordum. Yüzümü eğip bükerek de aslında çok da iyi anlaşmadığımızı anlatmaya çalışmıştım.
Oluşan birkaç saniyelik sessizliği bozan şey kapı zili olmuştu. Ortadan dönen muhabbeti düşünmeyi bırakıp başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Kim gelmiş olabilirdi ki? İyi ki bir misafir ağırlayacağım demiştim. Kapımı aşındıran aşındıranaydı.
"Sen pastayı bırak. Ben bakarım." diye kapıya yöneldi Burak. Fakat daha odadan çıkmadan itiraz dolu ses tonumla bağırdım.
"Ne münasebet? Ben bakarım."
Burak her zamanki gibi laf dinlemeden burnunun dikine gitmeye devam etti. "Hiç zahmet olmaz. Merak etme."
O önde, ben arkasında kovalarcasına koridorda ilerlemeye başladık. "Burak!" diye fısıldayarak bağırdım. Milletin içinde kendini azarlatmaya çok meraklaydı.
Aceleyle kapıyı açtığında artık çok geç kalmıştım. Hızlı adımlarımı son anda frenleyip tam yanında durdum. Öfkeden havalan elim kolunda son buldu. Ancak son anda ne yaptığımı farkına vardığımda ona vurmak yerine sadece elimi koluna bırakmış bulunmuştum. Eğer vurmuş olsam, gelen kişi her kimse durumu açıklayamazdım.
"Hoş geldin."
Sinirli yüz ifademi saklayamıyordum. Sabrımın son demlerindeydim. Derin bir nefes aldım.
"Senin ne işin var burada?"
Duyduğum sesten sonra aniden kapıdaki kişiye döndüm. Şaşkınlıktan göz kapaklarım iyice açılmıştı. Bulunduğum durumun bir rüya olmasını diledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜÇÜK ÖĞRETMEN
ChickLitCivciv, yıllar sonra doğup büyüdüğü mahalleye öğretmen olarak atanır. Ama kimse onun kim olduğunu bilmez. O, artık Küçük Öğretmen'dir. Yıllar geçse de üstünden, kızımızın huyu aynıdır. Mahalleye bir oyun oynar. Bakalım Küçük Öğretmen, herkesi ne kad...