Burnuma gelen keskin hastahane kokusu ile yüzümü buruşturdum. Rahatsız bir uykudaydım sanki. Göz kapaklarım adeta birbirilerine yapışmışlardı. Uyanıktım ama karanlıktan başka bir şey göremiyordum. Panik yapmaya başladım. Gözlerim kapalıyken hareket ettiriyordum. Tek derdim uyanmaktı. Ritmik bir şekilde kulağıma gelen sese odaklandım. Bir kalp sesine benziyordu.
Uyanmayı güç bela başardığımda ilk gördüğüm şey beyaz bir tavan olmuştu. Açık renk olması bile gözümü rahatsız etmişti. Birkaç saniyeliğine gözlerimi tekrar kapattım ve açtım. Kafamı hareket ettirmeden göz ucuyla bulunduğum yeri anlamaya çalıştım. Etrafı izlememi zorlayan bir şey vardı burun kısmımda. Muhtemelen nefes almam için yardımcı oluyordu. Fakat hala aldığım nefesin yetmediğini hissediyordum. Belki de yaşadığım panik yüzündendi. Etrafımı henüz ışığa alışamamış gözlerim ile taramaya başladım.
Loş bir yerdeydim. Biraz da soğuktu. Üşüdüğümü hissediyordum. Üzerimdeki örtüyü yukarıya çekmek istesem de enerjimi harcamak istediğim ilk şey bu değildi. Bir hastahane odasında olduğumu anlamak zor olmamıştı. Az önce duyduğum ritmik sesin kendi kalbimin sesi olduğunu fark ettim. Yine göz ucuyla sol kolumda açılmış olan damar yoluna baktım. Oraya takılan hortumu gördüğümde gözümle takip ederek hemen yanımda asılı olan serum şişesini buldum.
"Ah!" diyerek inledim. Vücudumun her yerinde ama özellikle sol tarafında şiddetli bir ağrı hissediyordum. Neden ağrıdığını düşünmeye başladığım gibi yaşadığım son anlar aklıma gelmişti. Burak arabasıyla bana çarpmıştı.
Yatakta çok az da olsa doğrulmaya çalıştım. Ama olmuyordu. Birilerini çağırmak istiyordum. Bu yüzden etrafta bir sağlık görevlisini çağırmak için basabileceğim butonu aramaya koyuldum. Bunun için boynumu biraz zorlamam gerekmişti. Sağ elim ile hemen yanımda duran küçük butona bastım.
Fazla zaman geçmeden bir hemşire odama girmişti. Elinde bir dosya vardı. Kapıyı açık bırakıp yanıma geldi.
"Merhaba. Asel hanımdı değil mi?"
"Evet." dedim pürüzlü ve cansız sesim ile.
Elindeki dosyalara bakıp önlüğündeki kalemi çıkarttı. "Doktor bey birazdan gelecektir."
Başımı salladım. Bakışlarım kapıdaydı. "Bir şey sorabilir miyim?"
"Tabi." deyince gözlerinin içine bakarak konuştum.
"Beni bekleyen birileri..."
Devamını getirecektim ki başıma keskin bir ağrı girdi. Yüzümü buruşturdum. Konuşamadım.
"Evet. Kapının önü bayağı kalabalık."
"Anladım."
Ne kadar zaman geçmişti, ne olmuştu? Hiçbir fikrim yoktu. Beynimi zorladığımda en son bir yolun ortasında olduğumu hatırlıyordum. Arkamda Alper, yolun ötesinde ailem vardı. Araba çarpmadan hemen önce Alper'in dediği şeyi de hatırladım. Ve hatırladığım gibi gözlerimi utanç ile yumdum. Kulağıma çarpan kalp seslerimin hızlandığını duyabiliyordum. İnsanı ne kadar da kötü hissettiren bir aletti bu böyle?
"Geçmiş olsun."
Bu ses bir erkeğe aitti. Bakışlarımı kapıdan içeriye giren doktora çevirdim. Orta yaşlı bir adamdı.
"Sağ olun."
Hemşirenin elindeki dosyaları aldı. Boynunda asılı olan gözlükleri takıp kaşlarını çatarak kağıtları inceledi. Adamın yüzü asıktı. Ama umarım mizacı budur, diye geçirdim içimden.
"Tahmin ettiğim gibi." diye mırıldandığını duydum.
Kaşlarım çatıldı. Yerimde rahatsızca kıpırdandıktan sonra acıdan buruşan yüzümle doktora seslendim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜÇÜK ÖĞRETMEN
ChickLitCivciv, yıllar sonra doğup büyüdüğü mahalleye öğretmen olarak atanır. Ama kimse onun kim olduğunu bilmez. O, artık Küçük Öğretmen'dir. Yıllar geçse de üstünden, kızımızın huyu aynıdır. Mahalleye bir oyun oynar. Bakalım Küçük Öğretmen, herkesi ne kad...