Yürüdüm, yürüdüm ve yürüdüm. Böylece saatlerdir attığım voltalardan birini daha tamamladım. Stresten yerimde duramıyordum. Otursam kafayı yerdim. Gerçi hareket ederken de pek farksız değildim. Sadece enerjimi atmaya çalışıyordum.
İçten bir şekilde ofladım. Hiç karar verebilecek gibi durmuyordum. Hava çoktan kararmıştı. Yani sözünü verdiğim saate iyice yaklaşmaya başlamıştık. Yorulan vücudumu düşünüp cam kenarındaki koltuğa oturdum. Bacaklarımı kendime çekerek pencereden dışarısını izlemeye başladım.
"Ne yapacağım ben?" diye kendi kendime konuştum.
Tıpkı düşüncelere daldığım gibi gökyüzüne de dalıp gittim. Affetmek zordur. Bir hayli zor iyileşen bir yaradır. Ama affetmek de iyileşmenin tek yoludur. Bir yanda ona şans vermem için yanıp tutuşan Alper, bir yanda affetmek isteyen ama yine kırılmaktan korkan ben. Alper'in kendinden emin oluşuna inat ben aşırı kararsızdım. Ama haklıydım.
Aradan birkaç saat daha geçti. Artık gece yarısına dakikalar kalmıştı. Terazimin kolları dengesizdi. Şans verip vermeme arasında sürekli gidip geliyordum. Bir taraf ağır bassa, diğer tarafa hemen yükler koyup sonucu değiştiriveriyordum. En sonunda çareyi sesli düşünmekte buldum.
"Alper'e neden şans vermiyorum?" diye soru sorarak başladım. "Tehtid edilmiş bile olsa aramızdaki bağı koparmayı seçti. Yalandan da olsa kalbimi kıran şeyler söyledi."
Ofladım. "Hep bir "Da olsa, bile olsa" diyorum. Ama sonuçta yaptı mı yaptı. Kendine göre haklı olabilir ama yine de sonuç değişmiyor. "
Bir dirseğimi koltuğa yasladım. Ardından başımı da katladığım koluma. Alper'i affetme ihtimali bile beni yumuşatmaya yetiyordu. Dudaklarımda kendiliğinden bir tebessüm belirdi.
"Ama beni çok seviyor. Ne yaptıysa ondan yapmış. Çocukluğunun geçtiği, en yakın arkadaşı, hatta mahallelinin gözünde onun kardeşi olarak görülen bir kızı sevmeyi kendine yakıştıramamış. E, öyle düşünmekte de haksız değil. Ben bile Asel'i sevmiş olmasına ihtimal vermedim."
"Bir de tiksinme olayı var tabi. Tiksinmezdim ki ben ondan. O konuda haksız." Yüzüm düştü. Ardından gözlerimi karanlık gökyüzünde gezdirerek kendi kendime konuşmaya devam ettim. "Allahım sen bana bir işaret ver."
Saate en son baktığımda gece yarısına yaklaşık yirmi dakika kaldığını hatırlıyordum. Gerçekten çok kararsız bir insandım. Omzularımı düşürdüm. Ancak gördüğüm şeyden sonra bir anda ayaklanıp pencerenin önüne geldim.
"İnanamıyorum!" diye çığırdım büyülenmişçesine.
Yıldız kaymıştı! Bunun anlamını bir şeye yormak çok basitti. Çocukluğumdan beridir şahit olmak istediğim şeylerin başında gelirdi. Bu bir şanstı, umuttu. Gülümsedim. Dilek dilemeyi neredeyse unutacakken hemen kendimi toparladım. Derin bir nefes alarak kendi kendime konuştum.
"Tüm prangalarımdan kurtulup mutlu olmak istiyorum. Herkesi affedip huzura kavuşmak istiyorum."
Uzunca bir süre ellerim pencerede, gözlerim gökyüzünde durdu. En sonunda bir şey fark ettim. Mutlu olmak için çabalarken aslında en çok ben mutsuz ediyordum kendimi. Alper'in af isteyip son bir şans dilemesine karşılık duvar olan bendim. Oysa ki aynı zamanda iyileşmenin tek yolunun affetmek olduğunu düşünen ben değil miydim?
Birden hareketlendim. En son oturduğum koltuğun üzerinde bıraktığım telefonu elime aldığım gibi göz ucuyla saate baktım. Gece yarısına tam tamına beş dakika vardı! Acele etmeliydim. Zaten kapıda asılı duran anahtarım ile birlikte evden çıktım. Ayağımda bir çift ev terliği vardı. Ama umrumda değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÜÇÜK ÖĞRETMEN
ChickLitCivciv, yıllar sonra doğup büyüdüğü mahalleye öğretmen olarak atanır. Ama kimse onun kim olduğunu bilmez. O, artık Küçük Öğretmen'dir. Yıllar geçse de üstünden, kızımızın huyu aynıdır. Mahalleye bir oyun oynar. Bakalım Küçük Öğretmen, herkesi ne kad...