1

1.8K 87 27
                                    

"Majesteleri babanız..."
Kafamı özenle kabartılmış saten yastıktan hızlıca kaldırdım.
"Öldü mü?!"

"Hayır, hayır! Sadece sizi görmek istediğini söyledi."

Bu iyiye işaret olamazdı. Babam beni görmeyi pek istemezdi, ona sorun çıkarmaktan başka bir işe yaramıyordum çünkü genelde.

"Jisoo nerede?"

"Kuzeninize kitap okuyor."

"Ben giyinirken onu çağır olur mu?"

Saray görevlisi saygılı şekilde eğilip odamdan çıktığında korsemi giydirmek için bir diğeri içeri girdi.

Esneyerek korseyi sıkmasını beklerken bir yandan da söyleniyordum.
"Korselerden nefret ediyorum. Bir gün havasızlıktan öleceğim."

Görevlinin saray işlerini öğretmek için yanında getirdiği acemi kızların kıkırdadığını duydum. Kadın genç kızlara sert bir bakış attığında bir anda hepsi sessizleşti, onlara kızacağımı düşünmüş olmalıydı. Ama onlara göz kırparak kızmadığımı belirtmekte bir sakınca görmedim.

Kadın korseyi sıkıp ne giymek istediğimi sordu.
"Siz bir şeyler seçin. Jisoo hala gelmedi mi?"

Bu konuşmayı onsuz yapamazdım. Kraliçe adayı olan ben olmama rağmen benden çok daha bilgili ve elbette çok daha görgü sahibiydi. Eğer babamın yanına tek başıma gidersem kesinlikle bir pot kıracaktım.

Birkaç dakika sonra "majesteleri" diye eğilerek içeri girdiğinde rahat bir nefes aldım. Diğer görevlileri gönderip durumu ona anlatmak için sabırsızdım. Bana ne yapacağımı ondan başkası söyleyemezdi.

Diğerleri geniş odayı terk edince Jisoo'yu elinden çekerek yatakta yanıma oturttum.
"Majesteleri.."

"Jisoo babam beni yanına çağırdı yardımına ihtiyacım var!"

Herkesin odadan çıktığından ve kapıyı dinlemediklerinden bir kez daha emin olduktan sonra resmi konuşmayı kenara bıraktı. Kurallara aykırı olsa da benimle resmi konuşmaması için ona yalvaran bendim.
"Jennie, sakin ol. Eminim birkaç öğüt vermek içindir."

Ellerini stres içinde sıktım.
"Sağlık durumu nasıl peki?"

Jisoo başını eğdi, bu cevabı çoktan ele veriyordu.

Ayağa fırladım.
"Kötü, çok kötü değil mi?"

Yavaşça başını salladığında stresim artık neredeyse elle tutulabilecek kadar somut bir hal almıştı. Kraliçeliğe sadece "aday" olmak bile korkunçken yakında o tahta oturabileceğimi düşünmek beni çıldırtmaya yetiyordu.

Büyük ihtimalle babam tek çocuğunun ben olduğum gerçeğinden nefret ediyordu. Ona göre fazla sorumsuz ve umursamazdım. Bir krallığa hükmedebileceğime hiçbir zaman inanmadı. Annem gibi değildim. Babam da onun kızı olduğuma bile inanmayacaklarını bana sık sık hatırlatırdı.

"Keşke ablam falan olsaydın Jisoo, böylece tahta benim yerime sen geçerdin."
Bunu içtenlikle söylemiştim çünkü Jisoo'nun benden çok ama çok daha iyi bir kraliçe olacağına adım kadar emindim.

Jisoo dediğimi duyunca sevecen şekilde saçlarımı okşadı.
"İyi olacaksın Jennie."

Ben bundan hiç de emin değildim. Babamın geçen doğum gününde bir sandıkla kapıma hediye diye bıraktırdığı mor, gösterişli elbiseyi giymiştim. Saray görevlileri sanki babamın beni azarlayacağını biliyorlarmış gibi özel bir elbise seçmiş olmalıydılar.

Jisoo gümüş kaplamalı fırçayla saçlarımı düzelttikten sonra son kez de elbiseme çekidüzen verdi.
"İyi görünüyorsun, iyi olacaksın."
Bu cümle Jisoo için bir tarz tekerleme gibi bir şeydi ve bunu bana sıkça söylerdi.

Koluma girip babamın kaldığı geniş daireye gidene kadar bana eşlik etti, yol boyunca ne demem ve dememem gerektiğini bana hatırlatmayı da ihmal etmedi. Jisoo gerçekten bu saraydaki hatta belki hayattaki en büyük şansımdı.

Dairenin kapısının önüne geldiğimizde ellerimi avuçlarının içine alıp söylediklerini bir kez daha özetledi.
"Sadece aklından geçen her şeyi söyleme yeter."
Bu benim için zor bir görevdi, yine de Jisoo'ya söz verdim.

Görevlilere geldiğimi haber verip kapıyı açmalarını beklerken heyecandan neredeyse bayılacaktım.

Queen's Wish |jenlisa Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin