18

532 48 13
                                        

Hasta taklidimi ancak bir hafta sürdürebilmiştim. Sebebi hem gözle görülür bir problemin olmayışı hem de saraydaki işlerin beklemiyor olmasıydı. 

Sadece kağıt üzerinde kraliçe olduğum konusunda yanılmamıştım. Kral Dennis çoktan tüm kontrolü eline almış beni de sanki ayıp olmasın dermiş gibi yanına oturtuyordu. Acı çekiyordum çünkü burası benim ülkem, benim krallığım, benim evimdi ama kaderi belirlenirken söz söylemeye hakkım bile yoktu. Her gün, bu ihtişamlı sarayın mermer duvarları arasında, kendi kimliğimi unuturken, içimdeki özgürlük hayaliyle yanıp tutuşuyordum. Ama bu sarayın parlaklığı, gerçek dünyanın acımasızlığını perdelemeye yetmiyordu. İşte buradaydım, tahtımın üzerinde oturuyor gibi görünüyordum, ama içimde hala kaybedilmiş bir krallığın hüznü vardı.

Yönetimde söz sahibi olan herkes, yani babamın eski sadık yardımcıları Kral Dennis'i çoktan idolize etmişti. Kararlarını oldukça doğru buluyor ve ne dese destekliyorlardı. Önemli toplantılarda bir iki kelime söylesem bile beni dinleyen kimse yoktu. Hepsi Kral Dennis'in ne kadar harika bir insan ve genç yaşına rağmen ne kadar başarılı bir kral olduğunu söyledikçe, içimde ihanete uğramış gibi hissediyordum. Bu, kendi ülkemde yabancılaşmanın acı gerçeğiydi. Ben, kağıt üzerindeki kraliçe, sadece bir gölge gibi arka planda bırakılmıştım. Kendi halkımın ve yöneticilerin gözünde adeta görünmezdim.

O günlerde yaşanan tek iyi gelişme, Lalisa'yla at binme derslerimin tekrar başlaması olmuştu. Önceden sakatlandığıma inandırdığım için bana karşı ayrı bir ilgiyle yaklaşıyor, en azından at sürerken beni artık geride bırakmıyordu. Ancak yine de ona karşı samimi adımımı görmezden geliyor gibiydi. Gözlerini benden kaçırıyor, iletişim kurmamıza olanak vermiyordu. Bu sessizliğin ardındaki nedeni bilmemek beni içten içe kemiriyordu. Lalisa'nın yanında hissettiğim boşluk, sarayın diğer köşelerinde hissettiğim yabancılaşmayı yalnızca daha da artırıyordu. 

Yine de düzelecek gibiydik. Bana karşı az da olsa yumuşattığı tavrı ve belirsiz yakınlığı bana umut veriyordu. Lalisa'yla tekrar eskisi gibi olacaktık ve saraydaki bu çekilmez günleri daha çekilebilir kılacaktık, biliyordum. Bu ince değişiklikler, içimdeki hüznün yerini umuda bırakıyordu. Belki de zamanla, aramızdaki duvarlar yıkılır ve gerçek bir dostluk yeşerirdi. İşte o zaman, bu sarayın ihtişamının ötesinde bir değer bulmuş olacaktım. Umut, her şeyin başlangıcıydı ve ben Lalisa'yla tekrar yakınlaşmanın yolunu arıyordum.

"Dostluk" diyorum çünkü yoğun duygularımla onu korkutmaya veya başını bir kez daha derde sokmaya niyetim yoktu. Lalisa'yı bir dosttan çok daha öte seviyordum, her an onunla daha fazla zaman geçirmek istiyordum, ancak onu tehlikeye atamazdım. Belki de sarayın karmaşık ve tehlikeli politikaları içinde, sadece dostluğuyla onun yanında olmak en doğrusuydu. Lalisa'nın yanında olduğumda, içimdeki boşluk doldu ve bu, benim için yeterliydi. İleriye dönük, ne getireceğini bilemeyeceğimiz bu belirsiz günlerde, en azından bu dostluk beni ayakta tutabilirdi.

Umutlarım ilk defa beni yarı yolda bırakmadı ve günler geçtikçe Lalisa'nın kendini korumak için etrafına ördüğü buzdan duvar yavaşça erimeye başladı. Artık kendi kendime konuştuğumda söylediğim komik şeylere gülüyordu, hatta artık derslerde yanında eski bir defter taşımaya başlamıştı ki bu da yazıyla da olsa konuştuğumuz anlamına geliyordu. 

Birlikte geçirdiğimiz zamanlar, aramızdaki bağı güçlendiriyordu. Özel anlarımızı paylaşıyor, gülüp eğleniyorduk. Lalisa, içindeki sessizliği kırmaya başlamıştı ve bu, benim için büyük bir hediye idi. İleride ne olacağını bilemeyebilirdik, ama şu an, bu dostluk benim için her şeydi. İşte bu yavaşça eriyen buzdan duvar, içimizdeki sıcaklığı ve umudu yeniden canlandırmıştı.

"Çok güzelsin," dedim bir gün at sürerken. Söyler söylemez pişman oldum, güya Lalisa'yla sadece dost olacaktım. Tanrı aşkına kimi kandırıyordum ki? Aniden söylediğim cümlenin onu ürkütmemesi için çevirmeye çalıştım. "Yani, keşke ben de senin kadar güzel olabilseydim," dedim hızla, yüzümün kızarmasını gizlemeye çalışarak. 

Gözlerini atından çekti ve gülümsedi. Ardından kolunu altına sıkıştırdığı defteri çıkardı ve kömürden bozma ince bir şeyle yazmaya başladı. Yazmayı bitirince bana verdiği kağıdı heyecanla okudum. "Siz benden çok daha güzelsiniz." Başımı olumsuz anlamda salladım. "Bana siz demekten vazgeçsen olmaz mı?". Kıkırdadı, sanırım bu cümleyi çok çaresizce söylemiştim.

"Hem senden güzel olduğumu sanmıyorum."

Tekrar gülümseyerek bir şeyler yazmaya başladı. 

"Çok, çok güzelsin."

İlk defa bana "siz" diye hitap etmemişti. Gülümsemeden edemedim. Bir cevap vermemi beklemeden yazmaya devam etti. 

"Saçlarınız abanoz ağaçları kadar siyah ve güzel, teniniz ise geceleri balkondan gördüğüm ay ışığında yıkanmış gibi. Kraliçe olmak güzelliğinizi ödüllendirmek için başınıza gelmiş olmalı... Başınıza taktığınız o taç ise güzelliğinizin tacı." 

Çekingen şekilde uzattığı kağıdı okuduktan sonra o kadar afallamıştım ki neredeyse attan düşecektim. Beni bir rüya gibi tarif etmişti öyle ki bana tekrar "siz" demesine bile dikkat etmemiştim. 

"Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?" Bu sefer çekingen şekilde konuşan bendim, neredeyse sesim titriyordu. 

Utangaç şekilde bir şeyler karaladı. Tek bir cümle yazmıştı. 

"Siz, gördüğüm en güzel kadınsınız Jennie."


Queen's Wish |jenlisa Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin