Düğün günü gelmişti.
Yağmurlu geçen onca günden sonra güneşin pırıl pırıl parladığı bir günde evlenecek olmak herhalde bir çeşit teselli veya acı bir şakaydı. İçimdeki karamsarlık üzerinde güneşin parladığı güzellikleri gölgelemişti.Taht salonunun ihtişamı, sanki içimi yutacakmış gibi büyüdü gözlerimde. Renkler canlıydı etrafta, ama ruhum gri bulutların altında sıkışmış gibiydi. Neşenin ve özgürlüğün çağrısını duymaya alışkın olan kulaklarım, şimdi yalnızca formalitelerin suskun seslerine tanık oluyordu. Gözlerimdeki yaşlar, adeta içimdeki yıkımın yansıması gibiydi.
Gelinliğimin ağırlığı, sanki bana daha fazla hapsolmuşum gibi hissettiriyordu. Davetlilerin coşkulu gülüşleri ve parlak gözleri, içimdeki fırtınadan haberdar değil gibiydi. Düğünün ihtişamı karşısında, kalbim hüzün dolu bir şarkı söylüyordu sessizce.
Gözyaşlarımı kimseye belli etmeden silip gelinliğimin eteklerini çekiştirmeye başladım.
"Dursana gelinliğini kırıştıracaksın!"
Jisoo'nun otoriter sesiyle tanıdık bir yüz görecek olmanın vereceği güvene sığındım ve arkama döndüm."Ne fark eder?" demek istiyordum ama üzüntümü dışa vurursam Jisoo'nun kötü hissetmesine sebep olacaktım. Zorla başımı sallayarak ellerimi gelinliğin eteğinden çektim.
"Ne kadar güzel olmuşsun Jisoo."
Gülümsedi, gülüşünde belli belirsiz bir acının sızısı geziniyordu ama belki de ben görmek istediğimi görmüştüm. Herkesin benim kadar mutsuz olmasını dilememe sebep olacak bir bencillik hakimdi içimde bugün.
"Artık yerimizi alalım olur mu? Tören az sonra başlar."
Elimi tuttu ve beni gitmem gereken yere götürdü.Tören, taht salonunun ortasında yükselen gösterişli bir platformda gerçekleşecekti. Platform beyaz ipek kumaşlarla süslenmiş, altın yaldızlı süslemelerle bezenmişti. Törenin merkezinde, zarafet ve ihtişamın sembolü olarak yükselen değerli taşlarla süslenmiş taçlar bulunuyordu. Işık yansımaları salonun her yerini dolduruyor, taçların parıltısı gözleri kamaştırıyordu.
Davetliler, yüksek sıralanan altın sandalyelerde oturuyorlardı. Her biri muhteşem kostümler içindeydi, ihtişam ve güzellikleriyle taht salonunu dolduruyorlardı. Gözlerinde coşkulu ışıltılar vardı, ancak içimdeki sıkışmışlık ve hüzün karşısında onların coşkuları boş gibi görünüyordu.
Platformun kenarında duruyordum, beyaz gelinliğim ve taçlı başım ile resmi bir heykel gibi. Yüzümde zoraki bir gülümseme, gözlerimde ise içimdeki karmaşık duyguların izleri vardı. Platformun merkezine ilerlemek için adımlarımı attıkça, çevremdeki her şey bulanıklaşıyor gibi hissediyordum. Gözlerim törenin güzelliğini görmüyordu artık, sadece içimdeki sıkışmışlıkla mücadele ediyordum. Taht salonunun ışığı beni sardıkça, içimdeki çatışma daha da derinleşiyordu.
Dennis'i görünce içimdeki kötü his daha da yoğunlaştı. Duruşu, kendinden emin ve sevimsiz tavrı... Gözlerimde biriken yaşlar, sanki onun karşısında anlamını yitiriyordu. Kral, istediğini almış olmanın gururuyla parlıyordu. Onun bakışlarından ruhumun derinliklerine işleyen bir soğukluk ve umursamazlık yayılıyordu. Sanki duygularımın varlığını bile umursamıyordu, sadece kendi amaçlarına odaklanan soğuk bir makinadan farksızdı.
Kralın yanında dururken bile, gözlerim bir umutla Lalisa'yı arıyordu. Kralın soğuk bakışları arasında, sadece onun adını anmak bile içimi biraz olsun ısıtıyordu. Lalisa, içimde aşk dolu bir umutla tahtımın gölgesinde parlıyordu. Onun adı dudaklarımdan kaçarken, sanki içimde sakladığım en güzel sırrı dışa vuruyordum.
Kralın isteği ve planları gözlerimin önünde öylece dikiliyordu ama kalbim hala Lalisa'nın yüzünde bulduğu neşe ve sevgiyle doluydu. Onunla geçirdiğim kısacık anları hatırlamak bu soğuk taht salonunda bile içimi ısıtan bir ateş gibiydi. Lalisa'nın adını içimden anarken, tüm olan bitenin arasında kendi iç dünyamda kayboluyordum.
Sonunda Lalisa'yı kralın diğer yardımcılarıyla beraber oturduğu bölmede buldum. Gözlerimiz buluştuğunda, Lalisa'nın yüzündeki ifadeyi anlamaya çalıştım. Gözlerindeki anlam dolu bakışlar, içindeki duyguları açıkça ifade ediyordu. Kalbim hızla çarparken, neredeyse gözyaşlarıma hakim olamıyordum.
Lalisa'nın yüzünde belli belirsiz bir hayal kırıklığı hatta belki de öfkenin izlerini gördüm. Gözlerine baktığımda, içimde bir şeylerin sıkıştığını hissettim. Lalisa'nın gözlerini kaçırmasıyla, ihanete uğramış gibi hissetmiştim. Yüzündeki karmaşık ifadeler içimi adeta yara bere içinde bırakmıştı. Onun içinde ne yaşandığını anlamaya çalışmak, içimdeki duyguları daha da derinleştiriyordu. Belki de onun da duygusal bir savaşın içinde olduğunu düşünmek, beni daha da etkilemişti.
Acaba Dennis onu azarlamış mıydı? Ya da belki daha kötüsünü yapmış mıydı? Bunu düşünmek bile istemedim.
Rahibin yükselen sesiyle birlikte, salonun içinde adeta zaman durdu.
"Kral ve kraliçe adayları, birbirinize bakın burada bulunduğunuzun farkına varın. Bugün birbirinize olan sevginiz ve bağlılığınızı ifade edişinize şahitlik etmek üzere burada toplandık. Kral olarak siz Dennis, krallığın yüksek sorumluluklarını kabul ediyor musunuz?"Dennis gururla başını kaldırdı ve "Evet, kabul ediyorum." diye cevap verdi.
Sıra bana geldiğinde, rahip bana baktı ve devam etti, "Kraliçe olarak siz, krallığınızın ve halkınızın refahını korumak üzere elinizden geleni yapmayı kabul ediyor musunuz?"
İçimde yükselen yakıcı duyguları bastırmaya çalışarak titrek bir sesle cevapladım.
"Kabul ediyorum."Rahip ellerimizi bir araya getirerek bir kez daha birbirimize bakmamızı istedi.
"Kral ve kraliçe, gözleriniz birbirinizde, kalpleriniz ise bu krallığın refahında olsun. Sevgi, saygı ve dayanışma içinde birbirinize bağlı kalmanızı dilerim. Şimdi birbirinize dönerek yeminlerinizi edin."Zorla ezberlediğim yemini ederken hata yapmamaya çalıştım. Yaptığım en zor şeylerden biriydi ve bunun yemin metninin uzunluğuyla alakası yoktu. Bu yemini istemediğim birine bağlı kalmak üzere etmekti asıl canımı yakan.
Tüm bunlar gerçekleşirken özellikle Lalisa'ya bakmamaya özen gösterdim. Bir an bile gözlerimiz buluşursa her şeyi riske atmaya hazır olduğumu biliyordum çünkü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Queen's Wish |jenlisa
FanfictionBir krallığa hükmetmeye hazırlanan Jennie henüz kendi kalbine bile hükmedemediğini fark etmişti.