Arık, Almanca bilmiyordu ama az çok ne dediğini anlamış gibiydi. Sinirle aldığı nefes arasından havaya küfür savururken mutfağa döndü.
"Sıla, bir bardak su alıp gelir misin biraz dışarı?" dedi içeri girmeden.
Masada oturanların bakışları Arık'a yönelmişti. O ise direkt olarak Sıla'ya bakıyor ve hareket etmesini bekliyordu.
Sıla, hızlı hareketlerle masadan ayrılıp kendine bir bardak su doldurdu ve mutfaktan çıktı. Her ihtimale karşı ardından kapıyı kapattı. Arık'ın bakışlarındaki soğukluk, ayaz bir günde esen rüzgarın etkisini uyandırmıştı teninde.
"Sorun ne?" diye sordu Arık'ın uzattığı tabletleri avuçlarken.
"Senin şu kendini bir bok sanan hocan yazmış. Siz onunla halen iletişimde miydiniz?"
Sıla, bir yandan Arık'ı dinliyorken diğer yandan sırayla her tabletten bir hap çıkarıp ağzına atıyordu. Duyduğu şeyle gözleri fal taşı gibi açıldı, ağzındaki haplar yüzünden cevaplayamadı. Hızlı bir şekilde suyla beraber ilaçları yuttuktan sonra ilaç tabletlerini cebine sıkıştırıp Arık'ın ona uzattığı telefonunu aldı.
"Arthur mu?" diye sordu şaşkınlıkla. Bardakta kalan suyu bitirirken telefonunun kilidini açıp gelen mesaja baktı.
"Ha bir de adıyla hitap ediyorsun adama, ne güzel... O kadar samimi miydiniz siz ya?"
Mr. Schmidt: Grüße, Süße. Wie geht es dir?
(Selamlar, tatlım. Nasılsın?)
Mesajı okuduktan sonra bakışlarını Arık'a çevirdi, gergince güldü. "Ne demek istiyorsun Arık?"
"Hiçbir şey, sadece soruyorum."
"Aylarca bana Almanca öğretti, ben de ona bu sırada Türkçe öğretmeye çalıştım. Tabii ki de yakınız ama bunun özel bir anlamı olması gerekmiyor. Yine de o özel birisi benim için, biliyorsun."
Bakışlarını telefonun ekranına çevirdi. Ne zamandır konuşmadıklarını hatırlamaya çalışıyordu. 2 ay? Belki 3... Neden durup dururken birden böyle bir mesaj attığını merak etmişti.
"Birbirinize dil öğretmiş olmanız neden onu özel kılıyor tam olarak Sıla?"
Arık, bakışlarını Sıla'ya sabitlemişti. Kendisi yerine telefona bakıyor olması inanılmaz derecede rahatsız hissetmesine sebep oldu. İçinde giderek büyüyen hissin ne olduğunu çözemiyordu o sırada.
"Tabii ki de tek sebebi bu değil, öğretmen ve öğrenciden ziyade daha çok arkadaş gibi olmuştuk biz. Bayağıdır da konuşmuyorduk aslında, neden yazdı bilmiyorum durduk yere." Bakışlarını Arık'a çevirdi. "Sen ertesi gün hapı alıp gelir misin? Yakınlarda bir yerde eczane olmasını umuyorum."
Arık, hafifçe güldü. Gülüşündeki tezat hisler, aslında gülmediğinin kanıtıydı. "Vay canına... Peki. Rahatsız etmeyeyim ben sizi, sen rahatça yaz 'arkadaşına'."
Son kelimesini vurgulayıp hızlı adımlarla portmantoya ilerledi. Ceketini üzerine geçirirken donuk bakışları karşısındaki aynadaydı.
Sıla, Arık'ın peşinden ilerledi ve aynadan kendisini de görmesini hedefleyerek arkasına geçti.
"Bu neydi şimdi?" diye sordu. "Kıskanıyor musun?"
Arık, Sıla'ya kısa bir bakış atıp evin dış kapısını araladı. "Şu an konuşmamızın mantıklı olduğunu sanmıyorum, ne anlamak istersen onu anla bebeğim. 15 dakikaya gelirim." dedi ve Sıla'ya cevap hakkı tanımadan kapıyı çarpıp çıktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KUYTU (+18)
Teen FictionBu hikaye, bir şizofrenin bir sanrıyla yaşadığı bir aşk hikayesine benzer; gerçektir her şey onun için ama yalandan ibarettir bir o kadar da. Bir şeyin doğruluğundan da yanlışlığından da eminsindir ama yine de sorgularsın ya bazen hani... Böyle bir...