40.BÖLÜM

365 20 1
                                    

"Abi benim ne suçum vardı? Tek isteğim bir sandalyeye oturmaktı." Afşin'in bağıra bağıra polislere seslenmesi her geçen dakika daha komik bir hâl alıyordu.

Afşar, başını parmaklıklara yaslamıştı. Kafamızın arasında sadece demirler vardı ve bu gülmemize engel değildi. Bir süre sonra her şeye gülmeye başlamıştık.

Afşin nezarethanenin içinde bir ileri bir geri gidiyordu. "Aynı suça ilgisi bulunanlar" olarak adlandırıldığımız için hepimiz farklı bir nezarethanedeydik.

Ahi, karşımdaki nezarette, Çağatay, Ahi'nin sağındaki nezarethanedeydi.
Afşin, Ahi'nin solunda kalıyordu. Benim sağ tarafımda tanımadığım üç tane adam olduğu için Afşar'ın dibinden ayrılmıyordum. Tabii parmaklıkların izin verdiği ölçüde.

Aradan geçen yarım saatin sonunda sağ tarafımdaki nezaretten bana laf atıldığını fark ettim.

"Kıza bak oğlum, bir de bununla aynı yere düşmek vardı." Sesin geldiği yöne bakmak bile istemedim. Afşin ve Ahi'den aynı anda bağırtı sesleri yükseldi.

"Piç kurusu önce annene bak sen! Bir daha o tarafa döndüğünü görürsem siker siker çoğaltırım seni!" Afşin demir parmaklara sertçe vururken, Ahi tekmeleyerek açmaya çalışıyordu.

İçeri bir an da akın eden polisler durumu daha saçma bir konuma taşıdı.

"Ne oluyor burada? Ne bu rezalet?!"

Çağatay öfkeyle konuştuğunda bu sefer ona döndüm.

"Buradaki tek rezalet bu oruspu çocuklarıdır! Kardeşime sarkıntılık etmelerine sessiz mi kalalım?!"

Polisler sol tarafımdaki adamlara döndü ve kapılarının kilidini açtı.
"Çıkın dışarı, sorgu için geç kalmışız anlaşılan!"

Adamlar ettiği küfürlerle dışarı çıkarken içeride sadece bir tanesi kalmıştı. Hemen hemen bizim yaşlarımızda olan kıvırcık, kumral bir çocuktu. Başını elleri arasına aldığı için yüzünü göremiyordum. Pek de bir önemi yoktu zaten.

"İyi misin sarışın?" Afşar'ın sesini duyduğumda ona döndüm.
"Süperim." Gülerek kafa salladı ve demirlerin arasından elini uzatıp saçlarımı karıştırdı.

"Şu durumda bile mi?" dedim ve gülerek uzaklaşmaya çalıştım.

"Parmaklıklar bana engel olamaz." dedi ve göz kırptı.

"Orada havalar nasıl ya? Biz burada sinir krizi geçirelim, siz orada gülüşün."

Daha fazla güldüğümüzde onlar da gülmeye başladı. Soluma döndüğümde kumral çocuğun da güldüğünü gördüm. Onu görünce daha fazla güldüm. O da güldü. Kimse neye güldüğünü bilmiyordu ve iyice mala dönmüştük.

Kafasını kaldıran çocuğu inceleme fırsatım oldu. Sarı bir teni vardı. Gözleri küçük ama suratına yakışır biçimdeydi. Sivri bir çenesi vardı ve mavi renk gözleriyle yakışıklıydı. Ama bir Mir edemezdi.

"Lan ne alaka?"

"Ne, ne alaka?" Ahi'nin sorusuyla sesli düşündüğümü fark ettim. Dudaklarımı ısırırken omuz silktim.

"Bir şey yok." Şüpheyle baktı ve "iki gözüm üstünde" gibi bir işaret yaptı. Kafa salladım ve geçtim.

"Nerede kald-" Afşin öfkeyle cümlesine başlamıştı ki koridordan Uygar abimin sesini duydum. Peşinden diğer abilerimin sesi de geldiğinde dudaklarım büzüldü.

Boku yemek böyle bir şey miydi? Tamam, konuyu duyunca kızmazlardı ama şu an konuyu bilmiyorlardı. Ya da yalan yanlış anlatılmıştı.

Sonuçta sadece gülüyorduk ve bir anda adamın birinin gazabına uğradık. Bu durumda yapacağımız tek şey o adamı hastanelik etmekti.

Freya Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin