Spor salonunun önünde yan yana dururken ayaklarımın üstünde sallanarak aramızdaki tuhaf sessizlikten kaçınmaya çalışıyordum. Chanyeol hava serin olduğu halde üstünde yalnızca dar siyah tişörtüyle duruyordu. Üstelik sigarasını sıkıştırdığı dolgun dudakların az önce boynumu öpüyor olduğunu henüz aklımdan çıkarabilmiş değildim.
Henüz geçen sene aldığım halde artık bana epey büyük gelen gri kapüşonlumun kollarını parmaklarım arasında ezerek dudağımı kemirdim, kafamı kaldırıp yüzüne bakmaya utanıyordum çünkü tişörtünün altındaki bedeni aklımdan bir türlü çıkmıyordu. Aramızdaki cinsel gerilimi azaltmaya çalışarak, "Spor yapan birine sigara içmek yakışmıyor," diye laf attım. Konuşurken ayakkabılarımın üstünde kir var mı diye inceliyordum ve sesim sanki çok uzaklardan geliyordu.
"Eskisi kadar çok içmiyorum."
"Duyduğum en büyük yalan." Gülümsedim, hâlâ gözlerine bakamıyordum. "Antrenmanını mahvettim."
Sigarasının dumanını üflerken dudaklarından kısacık bir gülüş aktı. "Antrenman şu an umurumda değil, Baekhyun. Aklımı başımdan aldın."
İtirafıyla başımı kaldırıp dağınık saçlarının gizlediği gözlerine baktım. "Ben mi?" Kendime şöyle bir baktım, kimsenin aklını başından alacak gibi durmuyordum. Bol bir kazak, düz kesim bir kot pantolon ve siyah Converse ayakkabılar giyiyordum. Sokaktan geçen herhangi birinden tek farkım gümüş rengi saçlarımdı. Ah, bir de tuhaf gözlerim. "Çıplak olan sendin," diye mırıldandım. Aklımı başımdan alan oydu, üstünde hiçbir şey yokken bana sarılmış, belimi kavrarken kazağımı parçalamak istercesine avuçlamıştı. Beni kendine çekip bedenine yaslayan, vücudumun en hassas yerlerini öpen oydu.
"Çıplak değildim." Aynı anda güldük, anadan doğma çıplak değildi elbette ama onu çıplak gördüğüm an bile o kadar gerilmemiştim.
Pantolonumun cebinden buruşmuş kartviziti çıkarıp ona uzattığımda sigarasını diğer eline alıp ciddiyetle inceledi. Açıkladım. "Bugün adamın biri saatlerce okulun önünde beni beklemiş, ajanslarına katılmam için yarına kadar cevap beklediğini söyledi. Ne yapacağımı bilemediğimden sana geldim."
"İyi yapmışsın." Fazla incelemeye gerek duymadan kartviziti sigarasını söndürmek için kullanıp ikisini birden çöpe attı. Ona şaşkınlıkla baktım. "Bunun gibi olaylar yaşamaya devam edebilirsin. Numaranı kimseye vermedin, değil mi?"
"Hayır."
"Seni daha iyi bir ajansa sokacağım, acele etmene gerek yok. Sadece biraz bekle ve sosyal medya hesabını aktif bir şekilde kullanmaya devam et." Onu başıyla onayladığımda telefonunu çıkarıp birini aradı. "Joohyun, bu hafta hiç boşluğumuz var mı?"
Kısık bir sesle "Bu hafta sınavlarım var," diye araya girdim.
"Hayır, gelecek hafta." Beni duyup düzeltti. "İptal olan bir randevu olursa yerini doldurma, Baekhyun'la çekim yapacağız. Bunu not al ve bir konsept belirle."
Göz korkutucu derecede ciddi ifadesi ve kesin ses tonu telefonu kapatır kapatmaz değiştiğinde ona şaşırarak baktım, otoriter havası anında kayboldu.
Merakımı gizleyemedim. "Joohyun'a iyi davranıyorsun değil mi?"
"Elbette. Neden sordun?"
Gergin bir şekilde gülümsedim. "Biraz korktum." Dediğime inanmamış gibi gözleri irice açıldı ve ciddi olduğumu anlayıp bir kahkaha patlattı. Gülmeye devam ettiği için kendimi açıklamaya çalıştım. "Yani çok ciddi konuşuyordun, iki saniye içinde bir sürü emir verdin."
"İyi bir fotoğrafçı olması için ödevler vererek yetiştiriyorum ve her şeyi öğretiyorum. Yerinde olmak isteyecek yüzlerce yetenekli insan var." Söylediklerini dinlerken başımı sallayarak onayladım ama yüzümdeki gülümseyiş silinmedi, galiba onun bu ciddi tavrından biraz etkilenmiştim. "Ne?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eyes of Venus
FanfictionYabancı, bir cumartesi günü hayatımın orta yerine düşmeden önce sınırlarımın dışına çıkabilmek imkânsızdan daha zor zannediyordum fakat bunun canımı yakacağını bile bile aklıma koyduğu pembe hayallerin peşine takıldım ve daha güçlü biri olup yaşadık...