40. Prens ve İzci

1.3K 97 761
                                    

Biraz uzun bir bölüm düzenlerken beynim bulandı sonra vaktim olursa yeniden kontrol edeceğim. Keyifli olduğunu düşündüğüm bölümlerden biri oldu, bir sürü problemle uğraşırken bir türlü baş başa kalamıyorlardı o yüzden bölümü kesmeye bile kıyamadım 💗




"Prensim, size istediğiniz kişiyi getirdik."

Taşlı yoldaki sakin adımlarım sonlandığında arkamda dizili hizmetkarların hepsi aynı anda olduğu yerde durdu. Hemen dönüp bakmadım, o da asılsız ümit tacirlerinden biri olabilirdi. Gözlerimi karşımdaki gösterişli sarayın yukarıya bakan sivri çatılarına, ardından göletin kenarındaki pembe çiçekleriyle süslenmiş kiraz ağacına çevirdim. Bu güzel sarayın bahçesinde tatsız konuşmalar yapmaktan hoşnut değildim. "Yalan söylüyorsa bu sefer affetmeyeceğim, prensiyle alay etmeye cüret edenler bundan sonra ölümle cezalandırılacaklar. Vazgeçmek istiyorsa ona bir şans veriyorum."

"Buraya sizin için geldim, dönmeye niyetim yok."

Kalın ses hiç duymadığım halde tanıdık bir sıcaklığa sahipti ancak cümlesinin sonunda doğru düzgün bir saygı ifadesi kullanmayışı beni hayrete düşürdü. Bu kibirli kişinin kim olduğunu merak ederek çatılmış kaşlarla arkamı döndüm, hizmetkarların hepsi anında sırtını eğdi. Arkamda dizili onca insanın arasında uzun boyuyla dimdik duran yalnızca oydu, görkemli duruşuna karşın üstünde alelade mavi bir hanbok ve başında siyah bir siperlik taşıyordu. Saygıdan noksan seslenişi yetmezmiş gibi ellerini arkasında birleştirmiş, çok bilmiş bir edayla sanki ona gitmemi bekliyordu. "Dilerseniz size yıldızı gösteririm."

Olduğum yerde durmaya devam ederek karşımda duran uzun boylu adamı incelemeye devam ettim, bana yardımının dokunabileceğinden şüpheliydim. Giyimine bakılırsa kendine dahi faydası olmayan sıradan soysuz bir adama benziyordu. "Önce yüzünü göster," diye emrettim. Bana doğru uzun bir adım attığında hızla iki kılıç boynunun önüne gerildi. "Bırakın gelsin."

Muhafızlar önünden çekildiğinde adam bana doğru geldi, yaklaştıkça aramızdaki boy farkı iyice arttı. Merakla yüzünü görmeyi beklerken gözlerini görebilmek için başımı kaldırdım. Adam nihayet başını hareket ettirdiğinde gözlerinin önüne gerilen siperlik havaya kalktı, tek gözü bir bezle örtülüydü.

"Sevgilim."

"Ne dedin?" Kaşlarım öfkeyle çatıldı, muhafızlara bir bakış attığımda adamın kollarından tuttular. "Mahzene atın!"

"Sevgilim, uyan."

"Mahzene..." Mırıldanırken yüzümün yastığa dayalı olduğunu fark ettim ama gözlerimi açmadım, yabancı bir yerdeydim. Burası sarayın gösterişli bahçesi değildi, annemin evindeki otel odasını andıran yatak odam da değildi. Babamın evindeki yere bitişik döşeğin üstünde ya da Chanyeol'ün Seul'deki dairesinde değildim, kafam birden çok karışmıştı. Chanyeol karşımdaydı ve garip sayıklamalarım sırasında beni duymuş olmalıydı. Utançla gözlerimi yumdum.

"Yine ne görüyordun rüyanda?" Uyandığımı anladı, örtüyü üstümden kaldırdığında sızlanarak geri çektim. "Keşke rüyalarından birine girebilsem, çok heyecanlı olsa gerek. Uyurken bazen konuşuyorsun, biliyor musun? Hâlâ yavru köpek sesleri de çıkarıyorsun, çok sevimli."

"Yalan söyleme." Örtüyü geri asıldığımda beni örtüyle birlikte kuvvetle yatağın ucuna çekti, yorulup bıraktım. "Biraz daha uyuyayım."

"Ama ben çok acıktım." Örtüyü üstümden çekip attığında her tarafım açıkta kalmış gibi üşüyüp olduğum yerde büzüldüm. Gerçekten de pijamamın üstü uyurken göğsüme kadar sıyrılmıştı, gözlerim kapalı pijamamı düzeltmeye çalışırken Chanyeol göbeğimi seslice öperek beni şaşırtmayı başardı. Gıdıklanıp yatağın üstünde kıvrıldım. "Açlıktan seni yiyeceğim şimdi."

Eyes of VenusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin