Nasıl gidiyor, okurken keyif alıyor musunuz? Bu kitabı yedinci bölüm civarında bırakmayı düşündüğüm bir süreç oldu, şimdi bakıyorum da ne çok yol kat ettik... Haftalık pembe diziye dönmeden ve sizi de fazla sıkmadan bitirmek istiyorum aslında ama biraz daha yolumuz var 🥲 Kitap sonlanmadan görmek istedikleriniz var mı merak ediyorum, çekinmeden mutlaka yazın, yorumlarınız benim için çok kıymetli. Hepiniz öpüldünüz, keyifli okumalar. 💗
Mücevher çeşidimiz azdı, şimdilik piyasaya yalnızca birkaç farklı kolye ve bileklikle çıkacaktık, çeşidi arttırırsak stokları yeniden dolduramayacağımızdan ya da en korktuğumuz ihtimalle hepsini satamayacağımızdan endişeleniyorduk. Junmyeon işi yönetmek konusunda elinden geleni yapıyordu ama elimizdeki en büyük reklam gücü bendim. Byun Baekhyun, etek giyen erkek model. İnsanlar meraklarından bile olsa mutlaka sayfamıza girip göz atacaktı.
Chanyeol'ün yorgun ve uykusuz olduğunu gördüğüm için yalnızca işe odaklanıp hızlıca tüm ürünlerle tek tek poz verdim. Kimseyle şakalaşmadım, kimseyi görmedim, yorumları duymadım. İşimiz bittiğinde de ciddiyetle monitörden fotoğrafları kontrol ettim. "Nasıl, iyi mi? Beğenmediğin varsa yeniden çekelim."
Chanyeol yeniden kontrol etmemizi istediğinde Junmyeon ve ben başımızı ekrana yaklaştırdık. Temamız sadelik ve zarafetti, kısıtlı bir bütçe için idealdi, ayrıca fazla nitelikli bir fotoğrafçıyla çalışıyor olmak tüm eksiklerimizi kapatıyordu. "Fazla mı önde duruyorum? Kolye göze çarpmıyor."
Chanyeol "Kolyeyi değerinden pahalı gösteriyorsun," dediğinde çekime fazla odaklandığım için iltifat ettiğini sonradan algılayıp gülümsedim.
Junmyeon başıyla onayladı. "Ön planda olman daha iyi, kolyelerimiz tek başına çok da müthiş sayılmaz."
"Kötü de değiller, Junmyeon. Kaliteli duruyor, sadece biraz sıradanlar." Ama bunun da bir çaresine bakmayı düşünüyordum, mücevher tasarımı konusunda birtakım araştırmalar yapmaya başlamıştım. Marka profilimizi yakın zamanda fazla minimal olmaktan kurtarmalıydık.
"O yüzden reklam için kameranın karşısında sen duruyorsun, bu gözler iyi para ediyor." Menajer benden cansız bir eşyaymışım gibi bahsettiğinde ona rahatsız olarak baktım. "İyi anlamda söylüyorum, medyatik bir değerin var."
"Neden hâlâ buradasın?" Chanyeol'ün nezaketten uzak ani sorusu yüzünden gerginlikle sırtımı dikleştirdim. Ses tonu beklenmedik şekilde soğuk ve umursamazdı, menajere adıyla seslenmiyor, adamın yüzüne bile bakmıyordu. "Beklemene gerek yok, Baekhyun'un bugün için başka işi kalmadı."
"Vay, senden iyi menajer olurmuş." Menajer Woo alaya alıp güldüğünde hiçbirimiz karşılık vermediğimiz için gülüşü yavaşça soldu ve ensesine dokundu. Chanyeol'ün ters bakışlarını görünce sakin kalması için uzanıp yavaşça kolunu kavradım.
"Baekhyun'u asistanım bırakacak, gidebilirsin."
"Hayır, sorun değil. Ben bırakırım, burada işler yoğun gibi görünüyor. Hem büyükanne ve Junmyeon da var."
Chanyeol'ün ifadesi değişmedi, yineledi. "Gidebilirsin." Ses tonu neredeyse kabaydı, kötü bir kelime kullanmadığı halde gözleriyle siktir olup gitmesini söyler gibiydi.
Menajer aksini söylememi bekliyor gibi yüzüme baktığında ne diyeceğimi bilemeyerek gülümsedim ve başımı eğerek selamladım. "O zaman gideyim ben," dedi tuhaf hareketlerde bulunarak. Joohyun elinde kahvelerle üst katın merdivenlerinden inerken daha konuşmamızı hiç duymadığı halde seslendi. "Gidiyor musunuz, Bay Woo? İyi günler!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eyes of Venus
FanfictionYabancı, bir cumartesi günü hayatımın orta yerine düşmeden önce sınırlarımın dışına çıkabilmek imkânsızdan daha zor zannediyordum fakat bunun canımı yakacağını bile bile aklıma koyduğu pembe hayallerin peşine takıldım ve daha güçlü biri olup yaşadık...