Clique Ajans. Başımı şirketin parlak logosundan çevirip etrafa göz attım, buraya daha önce de gelmiştim ama kâğıt işlerini genelde menajer tek başına halleder, ajansla benim aramda bir köprü vazifesi görürdü. Yani herhangi bir konuda yöneticilerle görüşme ihtiyacı duymamıştım. Cam asansörün içinde yukarıya taşınırken etrafa göz attım. Burada insanlar beyaz yakalılar gibi giyinmiyordu; hepsinin farklı birer stili vardı ve bu, burayı üst kademeyle birazcık da olsa rahat iletişim kurulabilen bir yermiş gibi hissettiriyordu. Asansörden indim, beyaz iç dekor neredeyse kör edecek düzeydeydi. Ajansın logosunu takip ederek ilerledikten sonra devasa fotoğraflar karşıma çıktı, ajansın en "büyük" modellerinin fotoğraflarıydı bunlar. Siyah beyaz basılmış, hepsi değerli birer hazineymiş gibi kalın çerçevelere koyulmuştu. O kadar büyüklerdi ki her birini görebilmek için başımı kaldırma ihtiyacı duydum. Jung Hoyeon ve Park Soo Joo da bu ajansa kayıtlıydı, bu fotoğrafları görmek bana bir an ne kadar yol kat ettiğimi hatırlattı. Ünlü insanlarla aynı ajansa kayıtlıydım. Biraz ilerledim ve defilede yürüyen bu ünlü modellerin ihtişamlı fotoğraflarına bakmaya devam ettim. Duvarlarda kocaman fotoğraflarının asılı olması onlara ne hissettiriyor merak ediyordum. Bu çekimler yalnızca onlara özeldi, duvarlara asılması ve onlarla gurur duyulduğunun gösterilmesi için.
Cam kapıyı itip ofise girdiğimde otuz yaşlarındaki fazla neşeli sekreter beni gülen yüzüyle karşılayıp "Byun Baekhyun!" diye seslendi. "Gel hayatım, hoş geldin!"
"Merhaba." Eğilip selamladım. Sekreterin beyaz mermerden karşılama bankosunun yanındaki duvar küçük çerçevelerle doldurulmuştu, bunlar henüz siyah beyaz basılmayı hak etmemiş küçük çaplı modellerdi ve bu çerçevelerden birinde Allure dergisinde yayınlanmış Ralph Lauren marka krem rengi hırka giydiğim bir fotoğraf da vardı. O günkü çekimlere katılmam planların dışında olduğu için insanların nefretlerini küçük küçük çekmeye başlamış, çekimlerden vücudumda küçük çaplı bir yanıkla dönmüştüm. Üstüme kahve döken modelin yüzünü dün gibi hatırlıyordum.
"Ne iyi ettin de geldin, hiç uğramıyorsun buraya. Gerçi neden uğrayasın ki? Modeller buraya sadece sözleşme yapmak için gelir, bir daha da yüzlerini göstermezler. İçecek bir şey ister misin? Kahve, çay, su?" Sekreterin burada epey canı sıkılmış olmalı ki hızlı konuşmasının arasında bazı kelimelerini seçemedim.
"Rahat bırak çocuğu." İkimiz de arkamıza döndük, ajansın yöneticisi bize doğru yürüdü. Burada giyimine en çok dikkat eden kişi oydu ve o da bir kot pantolonla beyaz gömlek ve beyaz koşu ayakkabıları giyiyordu. "Gel, odamda konuşalım."
"Odam" diye bahsettiği yer ofisin içinde cam bölmelerle ayrılmış bir hücreye benziyordu. Onu takip ettim, beyaz fayans zeminin üstünde yürürken kaymamaya gayret ediyordum.
"Burada güneş gözlüğü kullanmak iyi olabilir," dedim odasına girdiğimizde, şakamı anlamadı ya da duymazdan geldi. Cam kapıyı kapattım ama zaten içeride çalışan herkes bizi görüyordu, meraklı bakışları görmezden gelmeye çalışarak masanın önündeki iki misafir sandalyesinden birine oturdum.
"Kahve?"
"Teşekkürler."
Yönetici Bayan Kim söylediğimi duymamış gibi yerleştiği döner sandalyesinden telefonuna uzanıp sekreterden iki kahve istediğinde başımı çevirip utanarak sekreterin bankosuna baktım, hemen karşımızdaydı.
"Her şey yolunda mı?" Bayan Kim gülen yüzünü bana çevirdiğinde hemen bir cevap vermek kolay olmadı. "Büyük bir problem olmalı ki menajerinle iletişime geçmek yerine kendin gelmişsin. Küçük bir sağlık problemi yaşadığını duydum." Yöneticinin yüzüne bakakaldım. Küçük bir sağlık problemi. Cebimden çıkardığım sağlık raporunu masasının üstüne bıraktım. "Buraya böyle şeyler getirmene gerek yoktu, sonuçta biz devlet kurumu falan değiliz." Konuşurken kâğıdı alıp açtı, sesi yavaşça soldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eyes of Venus
FanficYabancı, bir cumartesi günü hayatımın orta yerine düşmeden önce sınırlarımın dışına çıkabilmek imkânsızdan daha zor zannediyordum fakat bunun canımı yakacağını bile bile aklıma koyduğu pembe hayallerin peşine takıldım ve daha güçlü biri olup yaşadık...