Hayatım boyunca Tanrı'nın bir gün bana bir kurtarıcı göndereceğini ya da hiç ummadığım birinin beni kanatları altına alacağını zannederek yaşadım. Eninde sonunda beni kurtaracak, önüme daha iyi fırsatlar sunacaktı. Belki de bir mucizeydi beklediğim. Bunun fazla hayali olduğunun farkındaydım tabii ama kurtarılmak hep en rahatlatıcı fantezim olmuştu. Bana akılcı tavsiyelerde bulunanlar, cesaret verenler elbette olacaktı ki olmuştu da. Fakat günün sonunda son kararı verecek, somut bir adım atacak ve yaptıklarımın pişmanlığını duyacak olan nihayetinde bendim.
"Baekhyun, Baekhyun, bekle! Devam edemem!"
Yine koşuyordum, etraf zifiri karanlıktı. Chanyeol yoktu, kızlar yoktu, Jisung ve Junmyeon da ortada görünmüyordu. Tek başımaydım, hayır, değildim. Birinin elini tutuyordum, bu o kız olmalıydı. Elini sıkıca tutmaya devam ederek daha hızlı koştum, bana yetişmekte zorlanıyordu. Ucu görünmeyen sokağın sessizliği tüyler ürperticiydi, rüzgâr dahi esmediği için nefes ve adım seslerimiz belirgin şekilde duyulabiliyordu. Kalbim delice çarpıyordu, artık öyle hızlı koşuyorduk ki adımlarım yere temas etmiyor gibiydi.
"Baekhyun, çok yoruldum. Dur, ne olur!"
Tanıdık sesle ürperip arkama baktım, gördüğüm kişi olduğum yere çakılmama sebep oldu, kolunu çekiştirdiğim kişi bendim. On sekiz yaşında, benden daha tombul, koşmaktan nefret eden Andy. Bakışları acınasıydı. "Beni bırakma." Muhtaç, ezilmiş, özgüvensiz, korkak bir oğlan. Koşmaktan terlemiş yanakları tombul ve kızarmış. Gözyaşlarını görmek midemi bulandırdı, tiksintiyle elimi kurtardım ve geriye doğru bir adım attım. Üstünde Mokpo Erkek Lisesi'nin okul üniforması vardı, gömleğinin düğmelerinin bir kısmı kopmuştu. Yakalığının üstündeki ismi okuduktan sonra gerisin geriye birkaç adım daha attım. Byun Baekhyun.
İrkilerek uyandım, dehşete kapılmış bir halde kalbim gerçekten de yerinden çıkacakmış gibi göğsümde çırpınıyordu. Biri kolumdan tutup başımı yastığa geri çekti, nerede olduğumu anlamayacak kadar sersemlemiş haldeydim. Seungwan'ın evindeydik, doğru ya. Gün ağarmıştı ama salon sessizdi. Chanyeol yanımdaydı, uykulu sesiyle mırıldandı, gözleri henüz kapalıydı. "Rüya mı görüyordun?"
"Evet." Halen etkisindeydim, kendi yüzümü gördüğüm için neden o kadar etkilendiğimi bilmiyordum ama hafifçe titriyordum. Hem biraz korkmuş hem de şaşırmıştım. O çaresiz ve perişan yüzü aynada görmeyeli uzun zaman oluyordu. Okul deposunda olanları mı anımsamıştım yine? O kopmuş düğmeler ne anlama geliyordu? Bu olayı atlattığımı sanıyordum. Bir erkek arkadaşım vardı, sevişmiştik, artık ona dokunurken aynı ürpertiyi duymuyordum. Cinsel travmalarım iyileşmiş olmalıydı. Neden bunu kendime yapmaya devam ediyordum?
Chanyeol saçlarımı parmaklarıyla geriye taradı. "Terlemişsin."
"Ah, gerçekten mi?" Kendi saçlarımı ve ensemi yokladım, tenim gerçekten de nemliydi. "Affedersin."
"Gel buraya." Beni yanına geri çekip terli olduğum halde kollarını etrafıma sardı, uzaklaşmama izin vermediğinde pes edip başımı göğsüne koydum ve rahatlamaya çalıştım. "Ne görüyordun?"
"Dünkü gibi koşuyordum, çok garip bir rüyaydı." Nefesim yavaşça düzene girdi, ağzımın içi dahi kurumuş haldeydi.
"Hareketli bir geceydi, etkilenmiş olmalısın." Sırtımı sıvazlayarak beni gerçekliğe çekti, gevşediğimi hissettim, o tuhaf titreme vücudumu yavaşça terk etti. Chanyeol'ün cevapları hep daha gerçekçi ve mantıklıydı.
"Çok susadım." Kollarından ayrılıp doğruldum, Junmyeon ve Jisung yerde uzanıyordu. İkisi başını bir şekilde aynı yastığa sığdırmayı başarmıştı, Junmyeon'un tek bacağı Jisung'un üstündeydi. Chanyeol de onlara bakıp sessizce güldü, sözde birlikte uzanmamak için koltukta uyumak istememişlerdi.
![](https://img.wattpad.com/cover/339886240-288-k809597.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eyes of Venus
FanfictionYabancı, bir cumartesi günü hayatımın orta yerine düşmeden önce sınırlarımın dışına çıkabilmek imkânsızdan daha zor zannediyordum fakat bunun canımı yakacağını bile bile aklıma koyduğu pembe hayallerin peşine takıldım ve daha güçlü biri olup yaşadık...