20

1.9K 229 440
                                    

Aklımı kaçırıyordum.

Gerçekten aklımı kaçırıyordum.

Gerçeklik algılarımı yitirmiştim. Karşımda ağlayan Jisung gerçek miydi yoksa yine hayal mi görüyordum anlayamıyordum. Korkuyordum. Önceden olduğu gibi kendimi hayal dünyama hapsetmekten, neye güveneceğimi bilememekten ölesiye korkuyordum.

Dokunuşlarını hissediyordum, yaralı kolumu tutuyordu parmakları. Sesi gerçekçiydi, gözyaşları ışığı yansıtıyordu. Çok... Gerçekti. Ama hayallerim de sahte olmuyordu ki. Nasıl ayıracaktım? Dokunuşlarını hissetmem inanmam için yeterli bir sebep miydi?

Kapalı gözlerimi açmadan kendime telkinler vermeye devam ettim. "Sen gerçek değilsin. Sen gerçek değilsin." Göz kapaklarıma rağmen yaşlarım akıyordu. Gerçekten çok korkuyordum. Umutlanmak istemiyordum. Doğruluğuna inanıp beni umursadığını düşünmek, sonrasında da can yakıcı gerçekle yüzleşmek istemiyordum.

Daha birkaç saat önce arayıp ölmüş olmamı dileyen kişi Jisung değil miydi? Öyleyse karşımda ağlayan kişi o olamazdı. Ölmemi dileyen biri karşıma geçip benim için ağlamazdı. Gerçek değildi.

Sikeyim, bu da içimi rahatlatmıyordu!

Geceleri uyurken beni izleyecek miydi yine? Her an peşimde, gözleri üstümde mi olacaktı? Her ne kadar gördüğüm şey Jisung olsa ve ben güzelliğine tapsam da bu çok korkunçtu. Ben varlığına alıştıktan sonra sahte olduğunu kabullenmek, beni terk ettiği düşüncesiyle yüzleşmek, tanrım, çok zordu. Aynı şeyleri tekrar yaşamak istemiyordum.

Neden gelmişti ki tekrar?

Terk edilmiştim çünkü. Yeniden. Jisung'suz kalmaktan öyle çok korkuyordum ki o gittiği anda beynim onun yerine geçebilecek birini yaratıyordu benim için. Çünkü Jisung benim hayatımdı, Jisung ben olmuştu. O yoksa ben de yoktum.

Hissettiğim parmaklar yerini hiçliğe bıraktığında korkarak araladım gözlerimi. Gitmiş olmasını diledim. Hayali bir şeyle konuşmak istemiyordum. Fakat gitmemişti, orada, hâlâ aynı çaresizlik ve acıyla beni izliyordu.

"Minho, aşkım, yemin ederim gerçeğim."

Cevap verip vermemek arasında kalıp kararsızca gözlerimi kaçırırken kapıya yaslanmış, dolu gözleriyle bizi izleyen Hyunjin'i gördüğümde bütün güçsüzlüğüme rağmen hızlıca kalkıp yanına gittim. "Hyunjin, çıkar beni buradan." Gözünden bir damla yaş aktı, halime acır gibi üzgün bir ifadeyle başını eğdi. "Hyung, o gerçek."

Bütün vücudum kaskatı kesildi, dehşetle ona dönerken birkaç saniye hiçbir şey söyleyemedim, aralık dudaklarım ve çoktan yaşlarla ıslanmış gözlerimle öylece baktım. Yüz ifademi gördükten sonra gözlerini sıkıca kapatıp sanki canı yanıyormuş gibi yüzünü buruşturdu.

"Sen... Ne?"

Kelimelerim benden köşe bucak kaçıyordu, konuşabilecek kadar bile zihnimi toparlayamıyordum. Hyunjin destek olmak ister gibi omzuma elini koyduğunda buna tutunarak omuzlarımı dikleştirmeye çalıştım. Titriyordum.

"Sen buraya nasıl gelirsin?"

Sitemden, öfkeden çok uzaktı sesim. Korku vardı, dehşet ve şok vardı. İnanamıyordum, beni yıkıp hiçbir şey olmamış gibi ağladığında sarılmamı beklemesine inanamıyordum.

"Minho, ben-" dedi fakat konuşmasına izin vermedim. Aniden kendime gelmiş gibi sesimi yükselttim. "Jisung," dedim net olması işin yavaşça konuşarak. "Siktir git buradan." İki gözünden aynı anda akan yaşlara aldırmadım, sahte olduklarını çok iyi biliyordum. Ama ben olabilecek en gerçek şekilde ağlıyordum. Kelimelerim birbirine girmişti, gözyaşlarım onların görevini üstlenip kendimi anlatmamı sağlıyordu.

limbo | minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin