Elıys'ın, Şah Adılağbali'ye kazandırdığı büyük zaferin yankıları, dilden dile çok uzak coğrafyalara dahi ulaşmıştı. Elde ettiği büyük itibarla tüm krallıklara adını duyurmuş ve kendinden söz ettirmişti. Hal böyle olunca savaşa girecek olan her ülke, Elıys ile anlaşmalar yapmaya başladı. Öyle ya her krallık toprak, güç ve iktidar peşindeydi. Elıys anlaşma yaptığı her ülke ile savaşa katılıyor ve her savaşın sonunda toprak ve ganimet ortağı oluyordu.
Zamanla Elıys'ın orduları ve gücü neredeyse tehdit oluşturacak kadar büyüdü. Elıys'ın adını duyan herkes dünyanın her yerinden akın akın bu ordunun bir parçası olmak adına onlara katıldı.Elıys seçim konusunda çok itinalı ve titizdi. Her savaşçıyı tek tek kendi metodlarıyla bir dizi sınavlardan geçiriyordu. Bu sınavlar çok zor şartlarda olup akıl, mantık, çeviklik ve elbette iyi savaş teknikleriyle sınırlıydı. En ağırı ise, adayların fiziksel anlamda geçmek zorunda kaldıkları zorlu imtihandı.
Bir çoğu bunu başaramıyor, geçenler ise orduya kabul ediliyordu. Rikko, Dübryan ve Evılyn bu konuda en büyük destekcileriydi. Prenses Elıys elde ettiği kazançların bir çoğunu ordusu için harçıyordu. Onlar için en iyi yiyecekleri ve silahları satın alıyordu.
Fakat Elıys'ın zekası gözardı edilemezdi elbette, her zaman ikinci bir planı olmalıydı. Elıys başka bir yerde kendinden başka kimselerin bilmediği bir ordu daha yetiştiriyordu. Bunlar ise paralı askerlerdi. Olası bir isyan ve ya yetersizlik anında bu lejyonerleri yetiştiriyor ve onları sır gibi saklıyordu. Güç ve tekniksel olarak çok farklıydılar ve maalesef insani tüm duygulardan mübahtılar.
Bu konuda ona yardım eden tek bir kişi vardıki o da General Eboyan'dı. Elıys, Eboyan ile irtibatı hiç koparmamış babası ile ilgili her konuyu ondan öğreniyordu. Eboyan'ın ise Elıys'a olan sevgi ve hayranlığı tartışılmazdı. Elıys girdiği her savaşı, gerek zekası, gerekse inanılmaz teknikleriyle büyük zaferlerlerle neticelendiriyordu. Bazen düşmanı olduğu ve karşısında savaşmak zorunda kaldığı ülkenin, an geliyor müteffiği olup birlikte savaşabiliyordu.
Çünkü şimdilik onun için en büyük güç, para ve topraktı...Elıys için tek üzücü olan ise babası ve kardeşinden uzak oluşuydu. Sık sık onları düşünür ve iyi olmaları için tanrılara dualar ederdi. Ama bitip tükenmez hırsı her türlü duygusuna baskın geliyor ve bu da onu daha da katılaştırıyordu. Birgün beklenmedik bir misafiri onu ziyaret eder. Evet bu kişi kör Fabriyan idi. Elıys ona karşı her zaman saygılı ve kibardı. Elbette bu beklenmedik ziyareti onu biraz olsun şaşırtmıştı. Kendisini en iyi şekilde ağırlamak istesede Fabriyan'ın istediği iyi yiyecekler ve ya rahat bir yatak değildi. Elıys ne istediğini az çok tahmin ediyordu. İstediği intikamdı ve bunun sözünü prenses den almıştı. Akşam ikisi yalnız başlarına taş oda da oturmuş ve sessizce yanan şöminenin çıtırdayan sesini dinliyorduk ki Fabriyan derin bir nefes aldı ve sessizliği bozdu.
"Bana bir sözünüz var prenses"
Elıys kör adama dikkatle bakıp:
"Sözüm hala yerli yerinde. Fakat henüz buna hazır değiliz. Bazı şeyler zaman ve sabır ister"
Fabriyan gülümsedi.
"Rahat ol, bunun farkındayım. Ama buraya başka bir şey için geldim"
Elıys meraklı gözlerle:
"İstediğiniz nedir?"
"Bana ait bir şeyi istiyorum senden. Yıllar önce o alçak beni öldü diye bıraktığı an, boynumda taşıdığım bir madalyonu çaldı. Onu geri istiyorum"
Elıys karnından alaycı bir halde güldü.
"Madalyon mu? Bu yıllar önceydi. Açık konuşmam gerekirse o pisliğin böyle değersiz bir madalyonu hala sakladığından emin değilim. Kaldı ki onu nasıl alabiliriz?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELIYS (+18)
Mystery / ThrillerAsırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca ondan başkasını sevemeyeceği tek adam uğruna... İmrenerek baktığı tüm o görkemli hayatın, aslında t...