Düğünümüz gecenin geç saatlerine kadar sürmüş, konuklar bir bir şatodan ayrılmaya başlamıştı. Kendi açımdan düşünürsem, pek de kötü geçmemişti. Tuğrul'un kendinden emin rahat tavrı, haliyle beni de rahatlatmıştı düğün süresince.
Artık o benim eşimdi. Kim derdiki birgün gelecek ve ben bu adamın karısı olacağım. Arada gerçek olup olmadığını anlamak için kendimi çimdikliyordum.
Hayal ve rüya arası bir şeyden ibaretti sanki tüm olanlar.
O konukları uğurlarken ben de ailemle ilgileniyordum. Birsen soğuk tavrıyla:"Vay be, kim derdi ki küçük mahallenin vasıfsız garson kızı şatolarda evlenecek"
O esnada Mehmet enişte Birsen ablamın koluna, kendine gel anlamında şöyle bir çarptı. Nermin teyze heyecanla:
"Ay valla şimdi odama çıkıp,
o harika küvete girerek tadını çıkaracağım. Esin, hatıra için o küçük sabunlardan bir kaç tane alsam mı?""Elbette Nermin teyze, istediğin kadar alabilirsin"
Annemin diğer arkadaşları yanıma iyice sokularak sessizce:
"Esincim biz takı takacaktık ama kesinlikle yasak olduğu söylendi bize. Şimdi sana takmak isteriz"
Canlarım ya, gelenekçi tavırları çok güzeldi. Ellerini tutarak:
"Lütfen, hiç gerek yok. Ama illa ki takacaksanız, benim için Taner amcanın kızı Merve'ye takın. Annesi yok ve çok borcları var. Hatta benim size vereceğim parayı da ona iletin. Çok iyi bir kızdır o"
Peki anlamında başlarını salladılar. Bay Lamor ise sessizce hala olduğu yerde oturuyordu. Yanına giderek:
"Efendim, odanız hazırlatıldı. Lütfen gidip dinlenin. Bugün sizi çok yorduk"
Başını nazikce eğdi. Mert'e seslenerek ona odasına kadar refakat etmesini rica ettim. Hepsi birlikte şatoya döndüler. Ben ise koca bahçede sandalyede oturup başımı göğe yükselttim. Yıldızları izlerken, yine o şarkıyı mırıldanıp durdum.
Oturduğum yerden uzaktan bana doğru gelen Tuğrul'u izledim. Sıcacık bakışlarıyla bana yaklaşarak dizlerini sandalyemin önünden yere kırıp, başını kucağıma koydu."Devam et, susma lütfen. O şarkıyı söylemeye devam et lütfen"
Saçlarını okşarken, o tatlı melodiyi söylemeye devam ettim. Bittikten sonra birkaç saniye yüzüme baktı ve ardından ayağı kalkarak:
"Gel benimle, seni bir yere götüreceğim"
Elimi tutarak koşar adımlarla hızla yürümeye başladık. Şatonun üst kısımlarına doğru ilerliyor iken, beni heyecanla çekiştiriyordu uzun dar koridorlardan.
Dönerli, daracık taş merdivenlerde nereye gideceğimizin merakıyla, peşinden koşturup duruyordum. Kocaman bir kapının önünde duruverdi. Bana bakarak:"Gözlerini yum"
Dediğini yaparak heyacanla gözlerimi yumdum.
Kilit seslerini duyabiliyordum, fakat kaç kilit vurulmuştur ki açılması bu kadar uzun sürsün. Bir kaç dakika sonra kapı, zemini çizerek açılıverdi.
Arkama geçerek elleriyle gözlerimi kapatıp beni içeriye doğru birkaç adım yürüttü. "Sakın açma" diye tembihlerken yine aynı sesi duydum. Kapının kapandığını ve ardı ardına gelen kilit seslerini. Yoğun garip bir koku vardı. Sonrasında ellerini yavaşça açtı gözlerimden. Bir dakika boyunca sadece kendime gelmek için uğraştım. Bir odaya getirmişti beni öyle sıradan bir yer değildi burası.
İlk duyduğum şey burnumu acıtan ve genizimi yakan bir koku olmuştu. Öyle yoğundu ki beni öksürtüyor, gözlerimi dahi yakıyor ve acıtıyordu.Evet burası bir yatak odasıydı. Tarihi eşyalarla döşenmiş, elektrik yerine mum ışıklarıyla aydınlatılmış, toz içinde bir yer. Şaşkınlıkla Tuğrul'a etrafı gösterek:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELIYS (+18)
Mystery / ThrillerAsırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca ondan başkasını sevemeyeceği tek adam uğruna... İmrenerek baktığı tüm o görkemli hayatın, aslında t...