36.Bölüm

1.3K 107 10
                                    

Telefonuma anlamsız mesajlar geliyordu. Neredeyse Sedat'tan vazgeçmeme sebep olacak mesaj gibi.

Biri benimle uğraşıyordu. Ve bunu açıkça yapamayacak kadar da korkak biriydi. Etrafımda çok insan olmadığından bu kişinin kim olduğu konusunda ciddi tahminlerim vardı elbette. Akla ilk gelen isim, Oğulcan gibi. Üstelik ona arkadaş olmak için şans bile vermiştim.

Benimle neden uğraştığını biliyordum. Oğulcan, sorunları olan bir çocuktu. Onu çok eskiden itibaren tanıyor sayılırdım. Hiçbir zaman ilgimi çeken biri olmamıştı çünkü dengesizin tekiydi. Etrafımda görmekten hoşlanmadığım biri haline gelmişti zamanla ki beni takıntı haline getirdiğini düşünmeye başlamıştım. Başta sadece olduğum konumu kıskandığını sanıyordum ama son zamanlardaysa artık o kadar da emin değildim.

Sedat'la oldukça yakın bir halde habersizce çekilmiş fotoğrafımızın altına yazan mesajı tekrar tekrar okurken bir kez daha düşüncelere dalmıştım. Fotoğraftan çok anlam çıkabilirdi. Öyle ki, babamlar bunu görürse samimiyetimize şahit olsalar bile kuşkuya kapılabilirlerdi. Öyle ki bizi tanımayan insanlar içinse gereksiz rahatsızlık verici bir yakınlık olduğu anlaşılır bir fotoğraftı. Zaten, bunu Sedat'ın annesine göndermek ve 'saklı ilişkimizi' afişe etmekle tehdit ediyordu gönderen. İstediği şey ise belirttiği saat ve tarihte istediği yere gitmem gerektiğiydi. Bu yeniydi. Öncesinde sadece Sedat'tan ayrılırsam susacağını söylüyordu ki bu dengesizlik bana yine aynı kişiyi çağrıştırıyordu.

Sedat'ın hassas bir ruh halinde olduğu şu dönemde ona bundan bahsedemezim. Benim yüzümden ailesinden geriye tek kalan kişiyle de rahatsızlık yaşasın istemiyordum. Ki şuanda ortaya çıkarsa ve başkası tarafından ifşa edilirse, yaşanacağı da kesindi.

Şirin teyze beni sevmişti ama neticede oğlunu evlendirme planları kuran biriydi. Bunun dışında ilişkimiz etik açıdan biraz farklıydı. Benim ısrarla göz ardı ettiğim yaş farkımız ve ailelerimizin iç içe geçmiş karmaşık yapısından kaynaklı..

Şuan kesinlikle doğru zaman değildi. Ne Sedat ne de ben bunu itiraf etmenin arefesinde değildik. Bu yüzden bu saçma mesajların sahibi her kimse en kısa zamanda haddini bildirmem gerekiyordu.

Telefonu ters çevirip köşeye bıraktıktan sonra okumakta olduğum kitaba geri döndüm. Yaman babam da karşı kanepe de elinde kitabıyla uyukluyordu. Ona göz ucuyla bakıp rahatsız uyumasına içim el vermeyeceği için kitabı kapatmak için hareketlenmiştim ki Yiğit babam geldi.

"Sen devam et, ben onu odaya götürürüm." diyerek hayret verici bir çeviklikle koca adamı tek hamlede kucakladığı gibi salondan çıkardı. Yaman babamın mırıltıyla bir şeyler söylediğini duyuyordum. Yiğit babamsa uyumaya devam etmesini söyleyip gözden kaybolmuştu.

Kitabı tekrar araladım ama okumaya hevesimin kalmadığını fark etmemle geri kapatmam bir olmuştu. Kendime kahve almak için mutfağa gitmeye karar verdim. Bu sırada saati kontrol etmek aklıma geldi çünkü Utku bana uğramak istediğini söylemişti. Burası öyle uğrayıp geri hemen gidebileceği bir yer olmadığından kalması gerekecekti. Ve ben, Oğulcan'ı da getirmesini istemiştim. Bu istekten neredeyse vazgeçecek gibi oluyordum sürekli fakat onu biraz gözlemlemem gerekiyordu.

Mutfağa girdikten sonra hemen kahve makinesine yönelip kapsüllerin olduğu kavanozu açmaya çalıştım. Ama klipsleri sıkıştığı için ve tırnaklarım uzadığı için açmakta zorlanmıştım.

"Kavanoz bile açamıyorsun ama Judo'da kırmızı-siyah kuşaksın öyle mi?"

Arkamdan Sedat'ın alaylı sesini duyduğumda irkilerek geri döndüm. Hemen dibimde duruyordu ve oldukça sinsi yaklaştığı için adım seslerini dahi duymamıştım. Tezgah ve onun arasında kaldım.

Küçük bir kalp çarpıntısının ardından söylediği şeyi hatırlayıp kaşlarımı çattım, gözlerimi gözlerine dikerek. Gözlerine bakabilmek için başımı kaldırmam gerekiyordu.

"Bunun onunla hiçbir alakası yok. İki metrelik bir adamı bir saniyede yere serebilirim. Üzerinde denememi istemiyorsan benimle uğraşma." dedim burnumu havaya dikerek.

Yüzünü tehlikeli derecede yüzüme yaklaştırdığında tedirgin oldum. Çünkü fazla ortalıktaydık. Biri mutfağa aniden girecek olsa hiçbir açıklama beni kurtarmazdı. Ama o, biraz rahat davranıyordu.

Bunu söylemek için dudaklarımı araladım fakat gözlerine bu kadar yakından baktığımı algıladığımda ne düşündüğümü ve neden tedirgin olduğumu unutuverdim. Çakmak çakmak, badem gözlerine bakarken bu kadar sıradan olan şeyin onu nasıl böylesine güzel gösterdiğini düşünmeye başlamıştım.

"Ya," dedi kaşlarını kaldırarak. "Denemeni tavsiye etseydim?"

"Bir saniye sonra yerde uzanıyor olurdun." dedim ağzımın içinden zorlukla.

"Ya," dedi yine aynı şekilde fakat yüzü daha mı yakındı artık yoksa ben mi emin olamıyordum bilmiyorum ama kalbim boğazıma doğru taşınıyor gibiydi. "Demek tehlikeli birisin. Ama bir kavanoz kapağı açamıyorsun."

"Sedatcım," dedim tezgaha yasladığım ellerimden birini göğsüne koyup onu itecek gibi aramızda tutarak. Aslında çekmek ve itmek arasında garip bir ikilemde kalmıştım. "Sandığından daha tehlikeli biriyim. Ama sana değil."

Sırıttı ve dudaklarımdan sersemletici derecede hızlı bir öpücük çaldı. Kalbim eklemiş olabilirdi. Küçücük bir saniye atmayı bıraktığına emindim hatta, çünkü bütün vücut fonksiyonlarım kapatılıp yeniden açılmış gibiydi.

"Burda beni öpemezsin." dedim kısık sesle. Hafifçe geriye çekilmiş ve biraz alan tanımıştı neyseki. Elim istemsizce dudaklarıma gittiğinde bunu yaptığım için utandım ama yanaklarım zaten kırmızıydı ve ısınmıştı çoktan.

"Seni her yerde öpebilirim. Ama henüz bilmiyorsun." dediğindeyse şaşkınlıkla kalakaldım. Benimle bu kadar açık nadiren flört ediyordu. Ve ben her defasında şaşırıyordum. Elim ayağım birbirine dolaşıyordu.

"Benimle yine uğraşıyorsun."

"Kiminle uğraşayım?"

"..." Gözlerimi kırpıştırarak eğlenen suratına bakıyordum ki mutfak kapısından ayak seslerine karışan konuşma sesleri gelmesiyle birlikte bakışlarım oraya döndü. Utku ve Oğulcan gelmişlerdi. Sedat'ın beni köşeye sıkıştıran tavırlarından kaçmak için harika bir zamanlamaya gelmişlerdi. Aynı zamanda arkadaşımın yüzünü uzun süre sonra gördüğüm için neşeyle hareketlenirken Oğulcan'a bakmadım bile.

Onlara doğru ilerlerken "Kavanozu açabilir misin Sedatcım?" demeyi de ihmal etmemiştim. Koşa koşa gidip arkadaşıma sarıldım hemen. Utku da belime kollarını sıkıca dolayıp kulağıma iyi olup olmadığımı fısıldamıştı. Onu başımla onayladım hemen.

Ondan ayrılıp ikimizi bekleyen Oğulcan'a mecburen döndüğümde sarılacak gibi uzandığı için kolları arasına girdim. Aşırı rahatsız hissettiriyordu artık ona yakın olmak ama şüphelerim doğrulanana kadar katlanacaktım. Eli belimin biraz altında durup beni sardığında kısaca sarılıp bırakamamıştım planladığım gibi.

"Nasılsın?" diye sordu. Ayrılmak için bir hamle yaptım fakat hemen bırakmadı. Yüzümü buruşturdum.

"İyi.."

Gürültüye yere düşen bir şeyin kırılma sesiyle ikimiz de sıçradık. Ve Oğulcan da hazırlıksız yakalandığı için beni tutmak için direnmedi. Arkamı dönüp telaşla ne olduğuna baktığımda az önce açamadığım kavanozun yerde, Sedat'ın ayaklarının önünde parçalara ayrıldığını ve kahve kapsüllerinin dağıldığını gördüm. Bakışlarımı yukarı çevirdiğimde " Bir yerine geldi mi?" diye sordum şaşkınlıkla.

Az önceki neşeli ifadesi yerinde değildi. 'Koruma ifadesi' ile bakıyordu şimdi. Ne zaman böyle düz ve robot gibi görünse bu ifadeyi takınıyordu.

"Ne oldu ki?" dedim emin olmak için ona doğru bir adım atarken. Oğulcan ve Utku sadece izliyordu.

"Kavanozu açtım." dedi. Bakışları arkamda oyalanıp geri döndüğünde "Yaklaşma, temizlerim şimdi." diyerek beni durdurdu.

Siyah postallarıyla kırıkları çıtırtılar çıkartarak ezip mutfağın bahçe kapısından çıktığında arkasından baktım sadece.

Utku eğilip kulağıma alayla fısıldadı. "Sanırım kıskanç biri."

KORUMA bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin