45.Bölüm

498 60 7
                                    


Belli belirsiz huzursuzluk dolu bir hisle gözlerimi araladım. Kirpiklerim birbirine yapışmıştı, gözlerimi aradığım ufak ufak tenime battı. Ellerim ilk olarak yavaşça görüşümü netleştirmek adına kirpiklerimi ovaladı. Ardından kuruyan boğazımı temizleyerek yutkundum.

Başka yerlerde uyumayı hala sevmiyordum. Uyandığımda hissettiğim bu yabancılık hissi hoşuma gitmiyordu. Halbuki burası Sedat'ın yatağıydı, biliyordum. Onunla ilgili her şey gibi burayı da çok seviyordum ama yine de böyle hissetmekten kendimi alamadım. Belki de yalnız uyandığım için bu kadar derin hissediyordum.

Neden yalnız uyanmıştım?

Ayaklarımı yataktan sarkıtıp ahşap zemine çıplak ayaklarımı sürüdüm. Balkon kapısı açıktı. Bu yüzden battaniye doğrulmamala birlikte üzerimden kaydığında hafif serin hava tenime çarptı. Havanın henüz ısınmamış olması sabahın çok erken saatlerinde olduğumuzu doğrulamamı sağladı. Normalde bu kadar erken uyanmazdım ama beni uyandıran bir şey olmuştu. Bilmiyordum.

Kararsızca odadan çıkıp ağır ağır merdivenlerden indim. Yine parke zemin ezberlediğim tuhaf gıcırtılarla bana eşlik etti. Zemin kata indiğimde ilk iş mutfağa yürüdüm fakat yine beni boşluk karşıladı.

"Sedat?" diye seslendim. Fakat evde belli ki benden başka kimse yoktu. Bu tuhafıma giderken telefonumu dün gece nereye bıraktığımı hatırlamaya çalıştım. Sonra mutfak tezgahında olduğunu görüp ilk iş Sedat'ı aradım.

Uzun uzun çalsa da cevapsız çağrıya düşmesiyle kaşlarımı çatıp "Tuhaf," diye mırıldandım kendi kendime. Ardından beklemeden Mahmut abiyi aradım. İkinci çalışta açtı.

"Gitmeye hazır mısınız Küçük Bey? Oyalanırsınız diye düşünmüştüm." dedi daha konuşmama izin vermeden aramamı zaten bekliyormuş gibi.

"Nereye?" dedim sersemce.

Mahmut abinin bariz bir şekilde durakladığını hissettim. Fakat Kararsızca da olsa konuştu "Eve, diye tahmin ediyorum?"

Telefon elimde bir süre öylece beklemek zorunda kaldım. İstesem de doğru soruları sormadığımı fark ettiğimden belki de. Başımdan aşağı bir kova kaynar su dökülmüş ya da kafamın arkasına sert bir tahtayla vurulmuş gibi bir acı hissettim. Emin değildim. Fiziki olmadığı çok açıktı ama yalpaladım.

Mahmut abiyi cevapsız bırakarak telefonu kapattım ve gelişigüzel elimden attıktan sonra tezgaha yasladım avuçlarımı.

Beni uyandıran şey bir halüsinasyon gibi gözlerimin önüne gelip kayboldu o an. Zihnim berraklaşmıştı sanki.

Sedat'ın öpücüğünü hatırladım. Saçlarıma dokunmuştu. Belli belirsiz konuştuğunu ama ne söylediğini duyamadığımı hatırladım.

Belli ki gitmişti. Yine.

Hem de onu bırakmamamı söyledikten saatler sonra. Onun için değerli olduğumu bildiği halde. Girmişti. Veda bile etmeden.

Ağlayacağımı düşündüm. Ama ağlamadım.

***

"Mezuniyeti çarşamba günü yapacaklarmış." dedim. Önümde koca bir tabak makarna onu yememi bekliyordu. Babamlar gibi. Ama benim öyle bir niyetim yoktu bu sırada. Bir çatal bile alsam şuracıkta hepsini kusacak gibiydim. Son günlerde öyleydi yani.

"O günü ikimiz de boş bırakırız o zaman güzelim." dedi Yaman babam alnıma dökülen saçlarımı geriye yatırarak. Başımı kaldırıp en sevdiğim yeşil olan gözlerine baktım.

Ağlayacak gibi oldum ama ağlamadım.

"Tamam." dedim dudaklarımı kıpırdatarak. Sanki biri etimi kesiyormuş gibi acı içindeydi bedenim. Fiziksel değildi elbette ama zorlukla ayakta durduğumu hissediyordum. Özellikle onların yanındayken. Bana güzel hissettirmek adına her şeyi yaptıklarını hissettiğim her an daha da yorgunlaşıyordum.

"Sana güzel bir hediye düşündük." dedi Yiğit babam. "Sınavdan hemen sonra seni bekliyor." Beni neşelendirmek adına heyecanla söylemişti.

"Öyle mi?" dedim dudaklarımı kıvırarak. "Teşekkür ederim."

"Ne demek öyle." dedi Yaman babam yanağımı mıncırıp "Benim güzel mavişim. Bir mezun ol da hemen bir tatile çıkıyoruz hem de."

"İsterse Utku da gelir." diye araya girdi Yiğit babam. Öyle tatlılardı ki, beni mutlu edecek her şeyi önüme sermeye hazır bir şekilde heyecanla beni izliyorlardı. Onlara daha fazla haksızlık edemeyeceğimi biliyordum.

" Çok sevinirim. "dedim bu defa kocaman gülümseyerek. Ama içimde koca bir yağmur bulutu var gibiydi. İçim yapış yapış ıpıslaktı sanki. Huzursuzdu. Tatsızdı.

Göz ucuyla masadaki telefonuma baktım. Gün içinde defalarca kez istemsizce yaptığım gibi. Sonra pişman olup gözlerimi kaçırdım. Telefonumu parmaklarım arasına alıp hızlıca masadan kalktım.

"Ben odama çıkıyorum." diyerek bir kez daha hiçbir şey yemeden odama çekildim.

Kapıyı ardımdan kapattığım an göğsüm daraldı defalarca olduğu gibi. Güçsüzce kendimi kapıya yaslayıp soluklandım. Sanki uzun süre soluksuz kalmışım gibi derin derin soluklandım. Nefes alamadığımı hissettiğimdeyse koşa koşa pencereme yürüdüm. Sonuna kadar açtığım camlardan bedenimi uzatarak taze biçilmiş otların çirkin kokusunu ciğerlerime doldurdum.

Gözlerim benden izinsiz bahçenin belirli köşesine kaydı. Mahmut abi ve diğerlerinin şimdilerde çay içtikleri ışıklı alana. Herkes yerindeydi yine. Gülüşerek sohbet ediyorlardı. Kahkahaları odama kadar yükseliyordu öyle ki. Ama boşluğa bakıyor gibi hissettim.

Bir kez daha ağlayacak gibi oldum, ama tek bir yaşım bile akmadı.

Günler geçmiş olmalıydı. Saymıyordum. Düşünmek bile istemiyordum öyle ki. Bir açıklama bile istemiyordum. Hak etmediğim vedanın açıklamasını da duymayı hak etmiyordum.

Babam sabah o evden ayrılıp evime döndüğümde bana telaşla bir şeyleri savunmaya çalışmıştı. Dinlemediğimi bile çok sonra fark etmiştim. Kulaklarım duymayı reddetmişti sanki.

Sonra normale dönmüştüm.

Okula gitmiştim. Utku'nun antrenmanlarını izlemiştim defalarca. Casper ve Harry'i ziyaret etmiştim. Çokca yüzmeye de gitmiştim. Her şey normaldi.

O zaman neden hayatımın ortasında kocaman bir boşluk var gibi hissediyordum? Sanki hep orda duran kara bir delik gibiydi. Diğer kısma geçmeme izin vermiyordu da olduğum yerde debelenip duruyor gibiydim.

Bir kez daha beni üzmesine izin vermeyeceğim, artık sevmek için bile kendime izin vermeyeceğim bir adamın böylesine bir boşluk yaratması kendimden nefret etmeme neden oluyordu.

Herkese göre ben küçüktüm, unuturdum. Zaten olmaması gerekiyordu. Bir hevesti madem..

Neden bir adım bile ileriye gidemeyecekmişim gibi mahvolmuştum?

Giderken neşemi de götürmek zorunda mıydı sanki? Onu bana bırakamaz mıydı? Ama gittiğinde neşeli olmam.. bu öyle imkansızdı ki, onu benden çalıp gittiğini de mi bilmiyordu? Onun için o kadar önemsizdim ki bu basit ayrıntıyı bile fark edememiş miydi yoksa?

Dudaklarımı ısırıp çirkin ot kokusunu daha fazla solumayı redderek camları kapattım. Perdeyi sonuna kadar çekip kendimi yatağıma doğru sürüdüm. Halsiz hissediyordum. İçimden sürekli uyumak geliyordu ama dinlenemiyordum bir türlü.

Yatağıma uzanıp köşedeki pembe tavşanı elimle iteledim. Hemen yanımızda duran akvaryumun ışıkları dışında odamı karanlığa bürüyerek ışıklarımı da söndürdüm.

Artık yatağımda uyumayı da sevmiyordum.

***

Daha fazla oyalamayıp final yapacağım yakında

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 17 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

KORUMA bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin