Nezaket ve Huzursuzluk

342 29 8
                                    

Sinirli bir şekilde ofisine girdi, neden sinirli olduğunu bilmiyordu bile. Sahi, neden sinirliydi?

Kapıyı kapatmak üzere olan elindeki sargıya bakıp birkaç saniye bekledi. Diğer yandan öfkesi de artmaya devam ediyordu. Bunun üzerine kapıyı sertçe çarptı ve masasına doğru ilerlerken elindeki sargıyı çıkarıp bir kenara fırlattı. Artık elinde olmasının bir anlamı yoktu.

Masanın üstündeki eşyalar da gözüne fazlalık gibi görünmeye başlamıştı ki kapı çaldı, Augustin gelmişti. Muhtemelen bildirmesi gereken bir şeyler vardı.

- Ekselansları, size söylemem gereken şeyler var, müsait misiniz?

Arel, sanki az önce sinirlenen o değilmiş gibi soğuk bir şekilde Augustin'e döndü:

- Müsaitim Augustin, söyle.

- Ekselansları, bildiğiniz üzere son dönemlerde çocuğunu kaybeden kişilerin başvurularını biz de yakından inceliyorduk ve gözümüze çarpan bir kadın oldu.

Bunu söyledikten sonra elindeki belgeleri Arel'e uzattı ve Arel belgeleri incelerken konuşmaya devam etti:

- Baloda yaralanan çocuğun annesi olabileceğini düşündük. Ne yapalım?

Arel, bir süre düşündükten sonra cevap verdi:

- Yarın kadını buraya çağır, önce ben bir görüşeyim.

- Emredersiniz.

- Çocuk nasıl oldu? Bir değişiklik var mı?

- Maalesef yok.

- Başka bir şey var mı?

- Var Ekselansları. Şahsüvar geri geldi.

Arel'in yüzünde bir sırıtış belirdi:

- İyi. Çağır, gelsin.

Augustin gittikten birkaç dakika sonra Şahsüvar geldi ve korkak adımlarla ofise girdi.

- Şahsüvar?

- A-Arel?

Arel'in yüzünde korkutucu bir gülümseme vardı:

- Nasılsın Şahsüvar?

- İyiyim, yani sanırım. Sen?

- Bilmem. Daha iyi olabilirim "sanırım".

Şahsüvar, bir tehlike seziyordu. Arel'in öfkesi belli ki geçmemişti ve kesinlikle başına bela olacaktı.

- Bence gayet iyisin. Ne gerek var daha iyi olmaya ama değil mi?

- Şahsüvar.

- Efendim.

- Sen şimdi ne yap biliyor musun? Muhafız komutanlarının en iyilerinden birkaç tanesini çağır, hani şu benim özel eğittiklerimden. Sonra da arka taraftaki talim alanına gidin ve beni bekleyin, tamam mı?

Şahsüvar, zoraki bir şekilde güldü:

- Ne yapacaksın ki komutanları?

- Gidince görürsün. Hadi bakalım, marş marş!

Karşı çıkmak gibi bir şansı yoktu, kaçma şansını ise çoktan kaybetmişti. Dediğini yapmalıydı.

•••

Komutanlar ve Şahsüvar, bir süredir Arel'i bekliyordu. Hava da yeterince sıcaktı ve bunalmaya başlamışlardı, üstelik gölge de pek azdı ama kimsenin gıkı çıkmıyordu.

Sonunda Arel uzaklardan göründü. Kıyafetlerini değiştirmiş, daha hafif bir şeyler giymişti. Yanında Augustin'le birlikte talim alanındaki Şahsüvar'ın önüne gelince durdu, ona bir süre dik dik baktı. Daha sonra etrafına göz gezdirdi ve altı son derece serin görünen geniş çardağa gidip oturdu.

Zamansızların Ardından Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin