Tartışma

477 47 3
                                    

Arya'nın kafası karışmıştı. Önceki dük diye bahsettiği kişi, Arel'in babası değil miydi? Peki neden böyle bir hitap şekli seçmişti? Hem başta ailevi diye geçiştirmeye çalıştığı konu ailevi olmaktan çok siyasi bir soruna benziyordu. Kesinlikle sakladığı bir şeyler vardı ama şu an daha fazlasını sormanın uygun olmayacağını düşündü. Sonuçta o dönem neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu ve karşısındaki adam hakkında da gördükleri dışında pek bir şey biliyor sayılmazdı. Belki de gerçekten artık anılmaması gereken karanlık bazı olaylar olmuştu. En iyisi her şeyi biraz zamana bırakıp peyderpey gerçekleri öğrenmeye çalışmaktı.

O, bunları düşünüp kafasında bir şeylere çözüm üretmeye çalışırken Dük, başını kaldırıp az önce yere sabitlemiş olduğu gözlerini bu kez Arya'nın gözlerine dikti:

- Oldu mu Küçük Hanım? Cevaplarımızla sizi tatmin edebildik mi?

Sesi o kadar sertti ki Arya'nın irkilmesine neden oldu. Ama Arya'yı asıl korkutan bu değildi. Dük'ün gözlerinde çok kısa bir anlığına da olsa bir değişim gördü. Göz göze geldikleri ilk an Dük'ün göz bebekleri farklı bir şekil almış haldeydi, sonrasındaysa hemen normal haline geri dönmüştü. Arya, tüm bunlar onun hayal gücünün ürünü müydü, anlamaya çalıştı.

Dük ise onun bakışlarındaki korkuyu yakalamış, ne olduğunu sorgular gibi birkaç saniye sessiz kalmıştı. Yine de bunu daha fazla sürdüremezdi çünkü şu anda hatırlamak istemediği ne kadar şey varsa tüm detaylarıyla hatırlamak zorunda kaldığı için çok sinirliydi ve Arya'nın korkup korkmadığıyla ilgilenemezdi.

- Sorgulaman bittiyse benim de sana sormam gereken birkaç soru var.

Yüzündeki tehditkâr ifade olduğu gibi yerinde duruyordu ama en azından ses tonu konuşmaya başladığı andaki kadar sert değildi.

- O gece hakkında eminim ki bana anlatmak istediğin bir şeyler vardır. Hiç tanımadığın kişilerin ulu orta bir yerde böylesine önemli bir konuyu konuşmuş olmaları ve senin de bunu duymuş olman ne garip değil mi? O çocuğu kurtarabilmen konusuna hiç girmiyorum bile.

Arya, dudağını ısırdı. Ona gerçeği söyleyemezdi, öyleyse inanabileceği bir yalan söylemeliydi ve yalan söylemek zorunda olmaktan nefret ediyordu. Buraya geldiğinden beri tüm yaşananlardan o kadar bıkmıştı ki, çıkamayacağı bir sarmalda boğuşuyor, boğuştukça daha da battığını hissediyordu. Arada bir Dük'ün az önceki bakışları zihninde beliriyor ve hemen ardından siliniyordu. Bir an tüm dünya durmuş gibi hissetti.

- Bana şu anda mantıklı bir açıklama yapmak zorunda olduğunu biliyorsun değil mi? Yoksa her şeyi daha resmi ve daha acı verici bir yoldan halletmek zorunda kalacağım. Eğer bu olursa emin ol baban bile seni benim elimden kurtaramaz. Konuş!

Belli ki yanılıyordu, dünyanın durduğu falan yoktu işte. Duran tek şey onun yorgun zihniydi.

- Ne açıklama yaparsam yapayım bana inanmayacaksın ve en sonunda ne olursa olsun yine beni suçlayacaksın. Şimdi vereceğim cevabın ne önemi var ki? Bana olan nefretin yapacağım tüm savunmaların üstünde, öyle değil mi?

- Saçmalaman bitti mi?

- Ne? Saçmalık m...

Dük, onun sözünü kesti:

- Kişilere olan hislerim yönetimimi değiştiriyor olsaydı, şu anda karşımda değil muhtemelen hapiste olurdun. O yüzden anlat. Bir kez daha kendimi tekrarlamayacağım.

"Ne kadar ukala! Onu, hemen şuracıkta boğabilirim. Sinir şey."

Kafasını belli belirsiz sağa sola salladı ve istemeye istemeye de olsa da öfkesini yutup cevap verdi:

Zamansızların Ardından Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin