Aktuğ, Marin ve Şahsüvar alt kattaki karşılama salonundaydı. Marin, gergin bir şekilde odada bir oraya bir buraya gidiyordu. Aktuğ ise gözünü bir an bile ondan ayırmadan öylece oturup bir şeyler düşünüyordu.
- Marin, biraz sakin olur musun? Başım döndü.
- Yine kavga edecekler, biliyorsun değil mi? Hem abim kolay kolay onunla yalnız kalmak istemez. Kim bilir neler oluyor yukarıda? Onu bir an önce oradan çıkarmamız lazım.
Aktuğ, sinirli sinirli mırıldandı: "Bıktım bunların kavgalarından."
- Şahsüvar. Sen bir bahane bulup Sühan'ı oradan çıkaramaz mısın? Hem abim sana kızmaz.
Marin, yalvarır bakışlarla Şahsüvar'a bakarken Şahsüvar'ın itiraz etme gibi bir şansı yoktu. Birkaç saniye bir şeyler düşündü ve onu yanıtladı:
- Aslında ona iletmem gereken önemli bir durum vardı, Küçük Hanım'la konuşması bitince bunu yapacaktım ama sanırım şimdi de yapabilirim.
- Ah, harika. Hemen yukarı çıkıp abimle konuşuyorsun o zaman.
Şahsüvar, onaylarcasına başını eğdi ve salondan çıkıp Dük'ün ofisinin yolunu tuttu. Aktuğ'la baş başa kalan Marin, boş bir koltuğa oturup endişeyle Sühan'ın gelmesini beklemeye başladı.
- Neden bu kadar zahmete girdin ki? Ne kadar kavga ederlerse etsinler önünde sonunda Sühan'ın geri gelmesi gerekiyor zaten. Ha beş dakika önce ha beş dakika sonra.
- Çünkü Sühan bana yeterince kızgındı. Bir de abim onu kızdırırsa, ki kızdıracak, onunla konuşup kendimi anlatamam. Ayrıca son zamanlarda yeterince şey yaşadı ve abim bunu umursuyor gibi de görünmüyor pek. Baş başa kalmalarına bu yüzden izin veremezdim. Hem sen neden bu kadar rahatsın?
- Yıllardır onların kavgalarını durdurabilenimiz oldu mu hiç? Boşa çaba göstermektense hiç göstermemek daha iyi. Canları ne zaman isterse o zaman duruluyorlar.
Haksız da sayılmazdı ama yine de Marin, onun bir abi için fazla sakin olduğunu düşündü.
•••
Şahsüvar, merdivenleri çıkıp odanın önüne geldi. Arel'le çocukluktan beri tanışıyorlardı ve özellikle ortamda kendileri dışında kimse yokken çoğu zaman formaliteleri es geçiyorlardı. Şahsüvar, bu sefer yine bunu yapmaya karar verdi. Genelde kapıyı çalardı ama bu sefer çalıp çalmamasının bir şeyi değiştirmeyeceğini düşündü. Sonuçta içeride ne olduğunu az çok kestirebiliyordu ve söyleyeceği şeye aciliyet katmak için bunun daha etkili olabileceği fikri aklına geldi. Bunun üzerine birden kapıyı açtı ve gördüğü manzara karşısında şok geçirdi. Onları ilk kez bu kadar yakın görüyordu. Hatta fazla yakın...
Ayrıca Arel'in gözlerinde, daha önce Sühan'a karşı göstermediği farklı bir ifade vardı ve bu ifade, Şahsüvar'la göz göze geldikleri an yerini büyük bir öfkeye bıraktı.
"İşte şimdi bittim ben."
Onun için ölüm zilleri çalıyor gibi hissetti. Arel'in sinirlendiği zaman nasıl bir şeye dönüştüğünü en iyi o biliyordu. Şu an olmasa bile sonrasında muhakkak başına bir şey gelecekti.
- Ne oldu?
Şahsüvar'ın zihni boşalmıştı resmen. Gördüklerini idrak edemeden peşi sıra Dük'ün öfkesi ve sorusu gelmişti. Kendisini toparlaması birkaç saniyesini aldı ve sonunda cevap verebildi:
- Agrumi.
- Yine mi?
Dük'ün sinirli sesi kulaklarında çınladı. O an hemen oradan kaçması gerekiyordu çünkü bu sefer gerçekten ölebilirdi. Geçmişte onu çok daha ciddi anlamda sinirlendirdiği bir an olmuştu. O gün karnına yediği tekmeyi hâlâ dünmüş gibi hatırlıyordu. Kendisi de güçlü ve dayanıklı bir adam olmasına rağmen o olaydan sonra 1 hafta ayağa kalkamamıştı ve o süre boyunca ne zaman öksürse ağzından kan gelmeye devam etmişti. Tüm bunları hatırlayınca ürperdi ve cevap vermeden öylece bakakaldı. İyi ama tam olarak nereye bakması gerekiyordu? Sağa sola baksa saçma görünürdü. Bakışlarını biraz indirecek olsa Arya'ya bakıyor gibi olurdu ki eğer bu olursa...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamansızların Ardından
FantasyHayatı, karmaşa ve mutsuzluk içinde sürüp giden Arya, bir gün tanımadığı bir ihtiyardan gizemli bir kitap alır. Kitabı okumaya başladıktan birkaç gün sonra rüyasında kendini, kitabın ana karakterinin yerinde bulur. Yoksa tüm bunlar rüya değil midir?