Yavaşça gözlerini araladı ve ilk gördüğü şey başına üşüşüp onun uyanmasını bekleyen insanlar oldu. O sırada sahibinin kim olduğunu anlamadığı bir ses, iyice ayılmasını sağladı:
- Bakın, Küçük Hanım kendine geliyor!
Anlaşılan hâlâ Sühan'ın bedenindeydi. Yavaşça bulunduğu kanepede oturur pozisyon aldı ve etrafındakilerin rahatlamaları ve hep bir ağızdan çene çalmaları eşliğinde zihnini toparlamaya çalıştı. Az önce kendisi için çılgınca sayılabilecek bir yöntemle zihnindeki tek olasılığın doğruluğunu kanıtlamaya çalışıp en nihayetinde başarısız olmuştu. Mantıklı olanı elediğinde elinde kalan tek şey, saçma da olsa, buydu. Kabul etmesi zordu ama başka şansı kalmamıştı.
Bir şekilde zamanda geriye gidip okuduğu kitabın geçtiği döneme düşmüştü işte, hem de en yerinde olmak istemediği karakterin bedeninde. Sühan'ın yaşadıklarına üzülüyordu üzülmesine ama Sühan karakteri yüzünden bırak arkadaş olmayı, aynı ortamda bile uzun süre vakit geçirmek istemeyeceği biriydi. O dönemde yaşayan insanlar da böyle düşünmüş olsa gerek, Marin isminde 19 yaşındaki bir genç kız haricinde gerçekten samimi olduğu hiçbir arkadaşı da yoktu. Genelde, etrafında sadece statüsü yüzünden güya onunla arkadaşlık kurmaya çalışan safi bir kuru kalabalık vardı.
Ayrıca kitabı okurken içten içe Sühan'ın yaşadıkları bir gün kendi başına gelmesin diye dua ediyordu. Her seferinde de "Ben göz göre göre bu kadar aptalca kararlar vermem" deyip rahatlıyordu. Davranışları, kararları ve karakterini kınadığı kişinin hayatını yaşamak zorunda olmasını bir türlü kabul etmek istemese de yapacak bir şey yoktu artık.
Kitabı okumaya başladığı güne lanet etti. İhtiyarın zırvalıkları bir bir zihninde yankılanırken içeri giren hizmetçi, Dük'ün adamlarından birinin karşılama salonunda Kont'la görüşmek üzere beklediğini söyledi. Sühan'ın babası birazdan geleceğini söyleyip, hizmetçiyi başından savuşturup tekrar Arya'ya döndü.
Arya, derin bir nefes aldı ve iç içe giren konuşmaları dağıtmak istercesine bir iki yapmacık öksürükten sonra konuşmaya başladı:
- Az önce sizi korkuttum, değil mi? Bunun için özür dilerim, bir daha böyle bir şey olmayacağına dair sizi temin ederim. Bir an için rüya gördüğümü sandım sadece.
Yalan söylemekten nefret ediyordu ama kendisine bile açıklayamadığı, doğruluğundan şüphe duymaya devam ettiği bir şeyi tüm yalınlığıyla karşısında duran insanlara açıklayamazdı. Neler olup bittiğini iyice anlayana kadar Sühan gibi davranmaya karar verdi. Karşısında duran insanların bakışlarından kaçmak istercesine gözlerini yumdu ve birkaç saniye öylece bekledikten sonra kararlı bir şekilde başını kaldırıp konuşmaya devam etti:
- Birazdan söyleyeceklerim için üzgünüm ama ne yazık ki hiçbirinizin hayatımdaki yerini hatta yüzünü bile hatırlamıyorum. İlk gördüğüm anda direkt olarak tanıyabildiğim tek kişi annemdi. Korkarım ki zihnimde birkaç ufak anı ve isimlerden başka hiçbir şey yok. Uyanır uyanmaz evden çıkıp gitmem ve az önce olan her şey bu yüzdendi.
Konuşmaya başladığı anda şüphe ve şaşkınlık dolu olan gözlere hüzünlü bir kabulleniş çökmüştü...
•••
Dük, oturduğu yerden kalkıp toplantı salonundan çıkacakken kapıda genç bir çalışanıyla karşılaştı. Genç, hemen başını eğerek selam verdi ve konuşmaya başladı:
- Ekselansları, emredildiği üzere Kont'un yanına gittim. Sühan Hanım uyanmış ve iyi görünüyormuş fakat...
- Fakat?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamansızların Ardından
FantasyHayatı, karmaşa ve mutsuzluk içinde sürüp giden Arya, bir gün tanımadığı bir ihtiyardan gizemli bir kitap alır. Kitabı okumaya başladıktan birkaç gün sonra rüyasında kendini, kitabın ana karakterinin yerinde bulur. Yoksa tüm bunlar rüya değil midir?