Arya, perdeyi aralamış, zihnini sakinleştirmek için arabanın penceresinden gökyüzünü izliyordu. Bilmediği şey ise hemen karşısında, karanlık tarafta oturan adamın da aynı dikkatle kendisini izlediğiydi.
Dük, zihnini kurcalayan cevapları onun yüzünde ararcasına gözünü bir an bile ayırmaksızın ona bakıyordu. Tamamen aynı fiziksel özelliklere sahip olmasına rağmen nasıl bu kadar farklı görünüyor olabilirdi? Bu gece yaşananlardan dolayı mıydı? Hayır hayır, kesin başka bir şey vardı. Belki de gerçekten hafızasını kaybetmişti. Peki, diyelim ki gerçekten öyle, neden bu kadar şüpheli davranıyordu? Ayrıca o çocuğun kim olduğunu nereden biliyordu? Bu soruları sormak için doğru zaman olup olmadığından bile emin değildi. Az önceki korku ve hüzün karışımı ifadeleri o kadar gerçekti ki, en azından bu gece durumu daha fazla üstelemek istemedi. Eskiden olsa onun durumunu umursamadan istediği cevapları alana kadar tüm sorularını sorardı. Peki şimdi neden sormuyordu? Ne değişmişti ki? Belki de kendisine annesini hatırlattığından ona karşı, az da olsa, bir merhamet duygusu hissetmişti.
O sırada zaman zaman göğe, zaman zaman yere bakan Arya'nın aklına, baloda bıraktığı Marin geldi. Ne yapmıştı acaba? Bir şekilde evine gitmiş olmalıydı değil mi? Onu öyle bırakmamalıydı. Ama her şey o kadar ani gelişmişti ki... Ah, tabi bir de şu nişan meselesi vardı. Ne yapması gerektiği konusunda zerre fikri yoktu. Biri, ruhunu sıkıştırıyor gibiydi. Yüzü gölgelendi bir an. Hiç tanımadığı birine savaş açması gerekiyordu. Hiçbir sınırı, hiçbir kutsalı olmayan iğrenç birine üstelik.
Tüm bu sorunların üstüne biraz düşününce yaptığı sorgulamaların şu an için faydasız olduğuna kanaat getirdi. Bir arabada, tanımadığı biriyle eve giderken dünyayı kurtaramazdı ya. Sürekli düşünerek sadece kendini yıpratacaktı. Yorucu bir günün üstüne bir de sonuca ulaşamayacağı konular üzerinden zihnini bulandırmak istemiyordu. Aslında düşündüğü şeylerin hepsi çözümsüz değildi. Birini tam da şu an çözebilirdi ve bunu fark edince dışarı bakmaya devam ederken sakince bir ses tonuyla konuştu:
- Bir daha yapma.
Tüm bu süreç boyunca yüzündeki en ufak dalgalanmayı izleyen Dük, Arya aniden konuşunca şaşırmıştı. Yine de ne hissettiğini ele vermeyen bir tonla karşılık verdi:
- Neyi kastediyorsun?
Nihayet Arya ona döndü:
- Bana karşı bir daha bu kadar kaba davranma. Aramızda ne oldu bilmiyorum ama her ne olduysa belli ki bana karşı bir güvensizliğin var ve bu güvensizliğin ben ne halde olursam olayım değişmiyor. O yüzden şu an içinde bulunduğum durumu görmezden geliyor ya da bana inanmıyorsun, farkındayım. Bunun için yapabileceğim bir şey de yok, seni bana zorla inandıramam. Ayrıca sorduğun sorulara da senin açından makul cevaplar vermiyor olabilirim, biliyorum. Yine de yaşadığım şeyleri göz önünde bulundurup kendimi toparlayabilmem için bana biraz zaman tanımalısın. Hiç olmazsa bugün biraz dinlenmeye ihtiyacım var. Daha sakin bir günde seninle her şeyi boylu boyunca konuşmak isterim ama en azından o güne dek yeni tanışmış iki kişi gibi olamaz mıyız? Tüm bu kargaşadan çok sıkıldım.
Dük, Sühan'ın ona karşı kendisini bu kadar net ifade ettiğine pek şahit olmamıştı. Ya lafı uzun uzun dolandırıp gizliden gizliye rahatsız edici bir yanı olan konuşmalar yapar ya da hiçbir şey söylemeyip öylece geçip giderdi. Sadece bir kere aklından geçen her şeyi yüzüne haykırmıştı. Birden o konuşmadaki bir cümlesi zihninde yankılandı:
"Katilsin sen! Onları sen öldürdün!"
Arya, yüzündeki korkunç ifadeye anlam veremeden bir cevap alabilmek umuduyla ona bakmaya devam etti. Dük, bir süre sonra sesine kadar sirayet eden tiksinti ifadesiyle konuşmaya başladı:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamansızların Ardından
FantasyHayatı, karmaşa ve mutsuzluk içinde sürüp giden Arya, bir gün tanımadığı bir ihtiyardan gizemli bir kitap alır. Kitabı okumaya başladıktan birkaç gün sonra rüyasında kendini, kitabın ana karakterinin yerinde bulur. Yoksa tüm bunlar rüya değil midir?