Arya, annesini karşısında görünce ne yapacağını bilemedi. O an boğazında koca bir yumru düğümlenmiş gibiydi sanki. İçinde bir sıcaklık yükseldi ve bu sıcaklık yaş olarak bıraktı kendini gözlerinden.
Yıllarca eski fotoğraflara bile bakmamıştı her şeyi unutmak için ama insan kendini unutabilir miydi? Belki. Aslında Arya'nın yaptığı tam olarak buydu, geçmişiyle birlikte kendini de unutmak istedi, tüm istenmeyen duygulardan kurtulmak... Duygusu olmayan birine insan denir miydi? Emin değildi ama denedi. İçi boş bir beden kaldı geriye ve bunu fark ettiğinde iş işten çoktan geçmişti.
Ördüğü tüm karanlık kale duvarları çöküyor gibi hissetti bir an. Bütün sesler kesilmiş, etraftaki tüm görüntüler silinmiş gibiydi. İnanamadı gözlerine. O kadar uzun zamandır görmemişti ki onu... Kendinden kaçarken haftalar, aylar, yıllar ardı ardına geldi ve bir süre sonra annesini de babasını da rüyalarında bile göremez oldu. İkisi de içinde bir yerde silik bir hatıraydı artık onun için. Ama bugün, annesi kanlı canlı karşısındaydı işte.
Uyanmak istemedi bu rüyadan. Sonsuza kadar kalmak istedi burada. Başardım demek istedi annesine. Seni kurtaramadım ama yüzlerce insanın hayatını kurtardım, hastane koridorlarında annesini kaybettiği için üzüntüden ağlayan çocuklar değil annelerini kurtardığım için mutluluktan gözlerinin içi parlayan çocuklar gördüm; ne olursa olsun ayakta kaldım, bir kez olsun tökezlemeden dimdik durdum, bir yerlerden beni izliyorsundur, benim için üzülme diye haykırmak istedi.
Neden bu kadar yoğun duygular yaşadığına anlam veremedi, belki de uzun zamandır içinde bir şeyleri yok ettiğine inanırken o duyguların kuytu köşelerde yükselip daha da güçlenmesine neden olmuştu. Annesine uzanıp sarılmak ve yaşadığı tüm acıları unutmak istedi ama ayakları ona itaat etmiyor gibiydi, olduğu yere çakılıp kalmıştı sanki. Bu yüzden ilk adımı atan annesi olmuştu, koşup ona sarıldı.
- Çok şükür ayaktasın, o kadar korkuttun ki bizi.
O kadar özlemişti ki bu sıcaklığı, yıllarca hep gizliden gizliye bu sıcaklığı aradı birilerinde. Bulamadıkça daha da çekilmez biri oldu, etrafındakileri incitmeye başladı ve en sonunda kendinden de çevresindekilerden de nefret eder bir hale geldi. İnsanî hiçbir özelliği kalmamıştı artık, zaman zaman ruhunun öldüğünü düşündüğü bile olmuştu ama tüm bu hisler o sıcacık sarılmayla buhar olmuş gibi hissetti.
Onlar sarılırken arkada duran, gözleri nemlenmiş adam yanlarına geldi ve duygularını belli eden bir sesle konuşmaya başladı:
- Dilşah Hanım, hadi içeri geçelim de orada konuşalım. Büyük bir badire atlattı, daha fazla ayakta bekletme kızı.
Kadın, gözlerindeki yaşı silip Arya'nın koluna girdi:
- Hadi kızım içeri geçelim, baban doğru söylüyor.
Bu adam babası değildi ki. Ayrıca annesinin adı da Dilşah değil Elis'ti. Elbette ki rüyada görülen şeyler gerçeklerle birebir örtüşmezdi ama yine de tuhafına gitmişti. O an kitapta okuduğu bir bölüm aklına geldi: Sühan'ın annesinin tasvir edildiği yer. Orayı okurken gözünün önünde kendi annesinin görüntüsü canlanmıştı, kitaptaki betimlemelerle o kadar uyuşuyordu ki... Biraz daha düşününce Sühan'ın annesinin adının Dilşah olduğunu da hatırladı.
Bu arada Arya farkında olmadan eve girmişlerdi bile. Annesi onu nazikçe koltuğa oturttu ve kendisi de yanına oturup saçlarını okşamaya başladı.
- Eve gelip seni göremeyince ne kadar endişelendik bir bilsen ama şükürler olsun ki ayaktasın. Günlerce dua ettik senin için, herkes ümidini kesmişti. Seni eskisi gibi görmek bizi nasıl mutlu etti anlatamam.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamansızların Ardından
FantasyHayatı, karmaşa ve mutsuzluk içinde sürüp giden Arya, bir gün tanımadığı bir ihtiyardan gizemli bir kitap alır. Kitabı okumaya başladıktan birkaç gün sonra rüyasında kendini, kitabın ana karakterinin yerinde bulur. Yoksa tüm bunlar rüya değil midir?