Av Zamanı

391 38 2
                                    

Şahsüvar, göz ucuyla Arel'e bakıyordu. İçmişti, hem de çok fazla. Ama sarhoş olamayacağını da biliyordu. Dayanıklılığı her konuda diğer insanlardan daha yüksekti. Bu birçok insan için iyi bir özellik gibi görünebilirdi ama Arel, zaman zaman bu yüzden acı çekiyordu. Muhtemelen şu an olduğu gibi. Onun ölümünü rüyasında gördüğünde canı yanmış olmalıydı ve bunu unutmak için içmişti. İşe yaramayacağını biliyordu ama yine de denemişti.

O, bunları düşünüp Arel'e üzülürken Arel, ürpertici bir tonda konuşmaya başladı:

- Hazırlan, av zamanı!

Bu gece, şehirde birileri ölecekti. Şahsüvar, bunu çok iyi bildiğinden gözlerini kocaman açıp Arel'e baktı ama tek kelime etmedi. Şu anda berbat bir ruh halinde olduğu her halinden anlaşılıyordu. Arel de ondan bir cevap beklememiş olacak ki kapıya yöneldi. Tam bu sırada Şahsüvar konuştu:

- Yerdeki ayna kırıklarını henüz temizletmedim, karanlıkta tüm parçaları bulmak zor olurdu.

Onayla başını sallayıp içeri girdi ve kapıyı kapattı. Tümünü göremese de odanın birçok yerinde aynanın parçaları vardı, belli oluyordu. Bir süre düşünceli bir şekilde görünürdeki kırıklara baktı. Daha sonra dişlerini sıktı ve dolaba yönelip gece teftişine çıktığı zaman giydiği siyah kıyafetleri giydi. Ne olur ne olmaz diye bedevilerin kullandığı başlığı da yanına aldı. Uzak köylerdekiler bilinmez ama şehirde yaşayan herkes, yöneticilerinin farklı göz renginden haberdardı ve bu başlığa bağlı ince, tüle benzeyen siyah kumaşı yüzüne kapattığında gözlerini saklayabiliyor, daha rahat hareket edip daha çok bilgi öğrenebiliyordu.

Dük olduğu ilk yıllarda, şehre adamlarını salıp neler olup bittiğine dair düzenli raporlar alıyordu. Ancak gördüğü raporlar pek iç açıcı değildi. Soylular gününü gün ederken halk ezildikçe eziliyordu. Babasının kötü yönetiminin de bunda katkısı epey büyüktü. O da bu duruma el koymak istedi. Bu adaletsizliği düzeltmeliydi ama nasıl?

Merhamet nedir pek bilmezdi. Annesinin ölümüyle birlikte bu hisse yabancılaşmıştı. O yüzden en iyi bildiği şeyi yapıp hiçbir acıma duygusuna yer vermeden insanları cezalandıracaktı. Bunu yıllarca öylesine gözler önünde yaptı ki suç oranını bir noktada ciddi oranda azaltmayı başardı. İnsanlar onun bu katı yanından fazlasıyla şikayetçi olsa da refah seviyelerinin günden günde artığını da inkar edemediler.

Yine de yaptıkları yetmiyor gibiydi. O yüzden ara ara, gece kılık değiştirip şehrin kuytu köşelerinde dolaşır, suçlu olanları bulup kendi elleriyle cezalandırırdı. Ama ne cezalandırmak... İnsanlar hapis köşelerinde işkence görmeyi onun verdiği cezalara tercih ederdi.

Ölümün Gölgesi... Gerçekten lakabını fazlasıyla hak ediyordu. Gecenin bir vakti en azılı suçluları yakalayıp öldürüyor, sabahına meydandaki kazıklara oturtup altına bir iki kelimeyle suçlarını yazdırıyordu. İnsanların bilmediği şeyse bunu bizzat kendisinin yaptığıydı. Zira herkes, şehirdeki muhafızların bundan sorumlu olduğunu sanıyordu.

Yine öyle bir gece yaşanacaktı ve o gece yataklarında mışıl mışıl uyuyan kimsenin bundan haberi yoktu.

•••

Arel, aşağı indiğinde Şahsüvar'ı da hazır halde buldu. İşte başlıyordu.

Suç bölgelerine yakın yerlerde dolaşmaya başladılar. İkisi de Barbarlar'ın elinde kaldığı sürede nasıl saklanıp nasıl saldıracaklarını çok iyi öğrenmişlerdi. Barbarlar'ın kimseye acıması yoktu, onlara da acımamışlardı. Çocukluklarından gençliklerine dek yıllarca envai çeşit belayla mücadele etmişlerdi onların yanındayken. Arel, bir an orada yaşadıklarını hatırlar gibi oldu.

Zamansızların Ardından Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin