Arya, masasına geldiğinde Marin'i bir şeyler içerken buldu.
- Sonunda dans etmeye karar verdin demek. Ama ne yalan söyleyeyim eş seçimin beni biraz şaşırttı.
- Beni de maalesef, o konuda konuşmak bile istemiyorum. Hem dansı boş ver de nerelerdeydin sen? Yanlış hatırlamıyorsam biri yanımda olacağını söylemişti.
- Belki ben de başka biriyle uzun uzun dans etmişimdir, kim bilir?
Balonun şatafatından mı yoksa içtiği içeceklerden mi bilinmez Marin'in konuşması normale göre daha yavaş ve sakindi. Balo başladığından beri yanında ona eşlik eden birini de görmediğinden kime haber vermesi gerektiğini bilemedi. Hoş, Marin'i de balo başladığından beri pek görememişti.
- Sühan, sen hiç havai fişek gördün mü?
Arya, "Evet, hem de sayısız kez" diye cevap verecekken son anda kendini tuttu. Tam, hatırlamıyorum demeye hazırlanmıştı ki Marin, üzgün bir şekilde konuşmaya devam etti:
- Özür dilerim, çok içmiş olmalıyım. Görmüş olsan bile hatırlamıyorsundur ki. Her şey eski günlerdeki gibi olunca kendimi kaptırdım bir an.
Marin'in gözleri dolmuştu. Birilerine merhamet etmek, acımak pek adeti değildi ama içten içe kıza üzüldü Arya. Belki de kendi zamanındaki insanlarda pek denk gelemediği içten ve karşılıksız sevgiyi onda görmesi yüzündendi bu hisleri. Normalde umursamadan geçerdi ama bu sefer durumu toparlamak istedi:
- Daha önce gördüm mü görmedim mi bilmem ama dostumla görmeyi çok isterdim.
Marin'in gözleri heyecanla parladı:
- Aslında bugün görebiliriz biliyor musun? Bu balo için özel havai fişek getirttiler, yanılmıyorsam 5 dakika sonra herkesi izlemek için dışarı davet edecekler. Buradaki çoğu kişinin ilk kez göreceğine eminim.
- Sabırsızlıkla bekliyorum.
Bu konuşmanın akabinde Arya'nın aklına birdenbire kitaptaki bir bölüm geldi:
"O gün muazzam bir balo veriliyordu ve tabi ki bu balonun finali de en az kendisi kadar şahane olmalıydı. Balo için yurt dışından özel olarak havai fişek getirilmişti ve buradaki insanlar ilk kez böylesi bir görsel şölene tanıklık edecekti. Ama insanların dışarı çıktığında gördüğü ilk şey havai fişekler değil, Dük ve onun hemen önünde bıçaklanmış vaziyette yatan, ölmek üzere olan bir çocuk oldu. Daha sonra anlaşılacağı üzere bu çocuk kralın gayrimeşru oğluydu ve kral durumu haber alır almaz Güney Lestinya'ya savaş açacaktı."
Arya'nın tüyleri ürperdi. Demek o olayların olduğu gece bu geceydi. Tüm bunların önüne geçmesi gerekiyordu çünkü kendi iradesi dışında düştüğü bu dönemde bir de savaşa tanıklık etmek istemiyordu. Sesindeki telaşı gizlemeye çalışır bir şekilde Marin'e döndü:
- Marin, benim Aktuğ'a çok önemli bir şey söylemem gerekiyordu. Tamamen aklımdan çıkmış. Onu bulup hemen geliyorum.
Marin'in dışarıdaki manzaraya şahitlik etmesini istemiyordu, onun gibi biri muhtemelen bu olayı kolay kolay aşamazdı. Bu yüzden ne yapacaksa ona sezdirmeden yapmalıydı.
- Tamam, burada seni bekliyor olacağım.
Arya, Marin'in yanından ayrıldı ve hızlıca ne yapması gerektiğini düşündü. Bir şeylerin önüne geçmek için sadece 5 dakikası vardı. Aslında Aktuğ'u bulsa çok iyi olurdu ama sabahtan beri hiçbir yerde görünmüyordu ki.
Arya, o çocuğu öldürenin gerçekten Dük mü yoksa ona tuzak kurmak isteyen biri mi olduğunu düşünerek bahçe kapısına doğru ilerlerken gözü birden içeri giren adama ilişti. Bu, Dük'ün yanında baloya gelen adamdı, onun yardımcısı gibi görünüyordu. Arya ondan yardım isteyebileceğini umarak yanına gitti. Aslında yardım edip etmemesi çok da önemli değildi, onunla birlikte bahçeye çıksa bile yeterli olacaktı belki. Çünkü kitapta anlatılanlara bakılırsa Dük, yanında tanığı olmadığı için bir noktada tüm suçu üstlenmek zorunda kalmış gibiydi. Arya'nın anladığı kadarıyla insanlara kendini kanıtlamak gibi kaygıları da olmayan bir adamdı zaten. Onun bu gururu, savaşı iyice körüklemişti. Ayrıca karakteri de göz önünde bulundurulduğunda suçlunun o olması da çok uzak bir ihtimal değildi. Aslına bakılırsa Arya da gerçek suçlunun kim olduğunu bilmiyordu. Sadece, içinden bir ses başka birilerinin bu işin içinde olduğunu söylediğinden ona yardım etmek istedi. Öyle olmasa bile şu an dışarı çıkarsa en azından çocuğu kurtarabilirdi. Tüm bu düşünceler eşliğinde tanımadığı adamla konuşmaya başladı:
- Lordum, bana yardım etmeniz gereken çok önemli bir konu var, Dük'le ilgili.
Adam, ona şüpheci bir bakış attı. İnanmamış gibiydi. Arya, her ne kadar tüm dürüstlüğünü ifade edercesine gözlerinin içine baksa da adam etkilenmemiş görünüyordu.
- Lütfen yardım edin, pek vaktimiz kalmamış olabilir. Sizi kandırdığımdan şüpheleniyorsunuz, biliyorum. Şüphelerinizde haklı çıktığınız takdirde istediğinizi yapmakta özgürsünüz ama şimdi lütfen...
Adam, onun sözlerine pek inanmasa da gerçekten bir sorun olabilir diye yardım isteğini kabul etti.
- Nedir o çok önemli konu?
- Öncelikle bahçeye gitmemiz gerekiyor, Dük orada olmalı. Gidince anlatacağım.
Adam, Arya'nın peşine takıldı ve birlikte bahçeye çıktılar. O esnada yanlarından 2 atlı çok süratli bir şekilde geçti. Adam, gerçekten bir tehlike seziyordu ama onları durduracak anı da kaçırmıştı. Atlılar giderken yere düşürdükleri parlak bir şeye ilişmişti adamın gözleri, onu alıp daha sonra incelemek üzere cebine koydu ve Arya'nın ardı sıra yürümeye devam etti.
İleride, binanın yan cephesinin bulunduğu yerde ay ışığının üstünden aksettiği yoğun bir sıvı birikintisi görüp hızlıca oraya koştular. Bahçenin bu kısmında herhangi bir aydınlatma yoktu, suç işleyip örtbas etmek için gerçekten ideal bir yerdi. Binanın köşesini döner dönmez Dük'le karşı karşıya geldiler, yerde ise yeni bıçaklanmış onlu yaşlarda bir çocuk vardı. Dük, çocuğa uzanmıştı ancak bu, çocuğu öldürmek için miydi yoksa onu kurtarmak için miydi anlaşılmıyordu. Arya, onu kurtarmak için olduğuna inandı ya da belki de sadece inanmak istedi.
Dük, büyük bir şaşkınlıkla onlara bakıyordu. Aslında Arya ve yanındaki adamın durumu da pek farklı değildi ama hızlı olmaları gerekiyordu. Çünkü insanlar dışarı çıktığı ve çocuk öldüğü takdirde hepsi birer cinayet zanlısı olacaktı. İlk söze giren Arya oldu:
- Lordum, hemen içeri gidip mümkünse birkaç kişinin duyabileceği kadar yüksek bir sesle birilerine, üçümüzün bıçaklanmış halde bir çocuk bulduğumuzu ve yardıma ihtiyacımız olduğunu söyleyin.
Amacı kendilerini suçlu pozisyonundan çıkarıp tanık pozisyonuna getirmekti. Olayı insanların gözlemlerine bırakmak yerine kendi istediği şekilde yönlendirmek daha yararlıydı. Sonuçta insanlar kendilerine gelen ilk veriye daha yatkın olacaktı. Elbette ki arada onları suçlayanlar olacaktı ama çocuğa müdahale edip onu kurtarmaya çalıştıklarını gördüklerinde bunu fazla diretemeyeceklerdi.
Ama bir sorun vardı: Arya, çocuğa ilk müdahaleyi yapmaya hazırlanırken yanındaki adamlar öylece duruyordu. Arya, az önce onunla gelen adamın gözlerini Dük'e dikmiş, emri ondan bekler halini görünce iyiden iyiye sinirlendi ve sert bir ses tonuyla konuşmaya devam etti:
- Dediklerimi yapmazsan medet umduğun Dük bile kurtaramaz bizi bu durumdan, hadi!
Dük, başıyla onay verince adam, Arya'nın dediklerini yapmak üzere içeri gitti. O sırada Dük de Arya'nın kendinden emin bir şekilde çocuğun kanamasını durdurmaya çalışmasını izliyordu. Daha ne kadar tuhaf davranabileceğini ve ona güven olup olmayacağını sorguluyordu içten içe. Ama yaptıklarında bir sorun da görünmüyordu, onu tanımasa işini iyi bilen bir hekim olduğunu bile düşünebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamansızların Ardından
FantasyHayatı, karmaşa ve mutsuzluk içinde sürüp giden Arya, bir gün tanımadığı bir ihtiyardan gizemli bir kitap alır. Kitabı okumaya başladıktan birkaç gün sonra rüyasında kendini, kitabın ana karakterinin yerinde bulur. Yoksa tüm bunlar rüya değil midir?