Geron

356 29 1
                                    

Önündeki belgeleri düzenleyip hepsini bir kenara koyduktan sonra, bir müddet önünde kalan tek kağıdı izledi. Bu kağıtla ne yapması gerektiğini kendisi de bilmiyordu. Yaksa mıydı? Ya da belki de diğer gereksiz kağıtlarla birlikte atmalıydı. Evet evet, en iyisi atmaktı.

Kağıda doğru uzanmışken bir an havada kalan elini tekrar kağıdın yanına koydu. Bu kağıttan kurtulmak istiyordu ama bunu yapmasına engel olan ve onu rahatsız eden bir şey vardı, tuhaf bir belirsizlik. Eskiden her şey çok netti. Neyin nereye varacağı, ne olacağı öngürelebilirdi. Fakat şu an öyle değildi. Onu rahatsız eden de tam olarak buydu. Biraz daha... Neler olacağını anlamak için biraz daha beklemeliydi. O yüzden kağıdı bir süreliğine saklamaya karar vererek yarım kalmış kitabının arasına koydu.

Onu rahatsız eden birini kendisine çağrıştıran kelimeyi bir kağıda yazması ve bunu saklamak istemesi çok anlamsızdı. Her belirsizliğe bu kadar kafa yormazdı, bunun farkı neydi? Değişen tavırlarıyla, kararlı gözleriyle, derin bakışlarıyla bir şekilde ilgisini cezbetmeyi başarmıştı. Bu ani değişim de onun hareketlerini tahmin etmeyi güçleştiriyordu. Zihninin onunla bu kadar meşgul olmasının nedeni bu olmalıydı. Neler olacağını önceden tahmin edemediği durumlardan hoşlanmazdı.

Kağıt, sayfalarının arasında rastgele bir yerde kendi yerini almış olmasına rağmen onu hâlâ görebilirmiş gibi kitaba bakmaya devam etti. Daha sonra bakışları, kitaptan usul usul kahve fincanına kaydı. Bütün kahvesini o içmişti.

İkisi, bırak birbirine tahammül etmeyi, diğerinin eşyasını görmeye bile tahammül edemezdi. Şimdi ne değişmişti? Nasıl buradayken o kadar rahat davranmaya başlayabilmişti?

"Bir daha mecbur kalmadıkça sakın buraya gelme!"

Uzun zaman önce, ne kadar büyük bir öfkeyle bunu Sühan'a söylediğini çok iyi hatırlıyordu ama bugün o öfkesinden eser yok gibiydi. Gerçekten kendisine söylenen onca şeyi unutabilir miydi? Kin tutarak kendini yormak yerine, kininin bedelini muhatabına ödetmeyi tercih ederdi ama kendince verdiği sözler, ona böyle davranmasına engel oluyordu. Uzun uzun kin tutup hiçbir şey yapmamak onun fıtratında yoktu. Belki de bu yüzden öfkesi azalmış gibi görünüyordu. Yine de biraz harlanacak olursa eskisi gibi alevlenip etrafı yakıp yıkacağından da zerre şüphe etmiyordu.

Bu konu üzerinde harcadığı olağan dışı mesainin farkına varmış olacak ki, birden kafasındaki tüm soru işaretlerini silip ofisinden ayrılmak üzere ayağa kalktı. Son birkaç gündür kırdığı potların bedelini ödemesi gereken biri vardı.

Alt kata inip Şahsüvar'ın çağrılmasını emretti. Emretti emretmesine ama aradan geçen hatrı sayılır süreye rağmen Şahsüvar hâlâ ortalıkta görünmüyordu. En sonunda Augustin, Arel'in yanına gelip durumu bildirdi:

- Ekselansları, Şahsüvar'ı bir türlü bulamıyoruz. Dilerseniz diğerlerine de haber verelim, arasınlar.

- Gerek yok. Bulunmak istemiyorsa kimse onu bulamaz. Geri geldiğinde bana haber verin yeter.

Başına geleceklerden adı gibi emin olan Şahsüvar, bir süreliğine bir yerlere kaçıp onun öfkesi dindiğinde geri gelmeyi planlıyor olmalıydı. Ama bu kez bilmediği bir şey vardı, öfkesi geçmeyecekti.

•••

Arya, uzun bir günün ardından odasına girdi ve kendini sırt üstü yatağın kollarına attı. Biraz yorulmuştu. Arel'le yaşadığı hararetli tartışmanın yorgunluğu üzerindeki yeri de inkar edilemeyecek kadar büyüktü. Ama şu anda düşündüğü, bundan çok daha farklı bir şeydi: Arel'in kendisi.

Bir şekilde onu sinirlendirmekten zevk almıştı ve bunu sabaha kadar yapabilirmiş gibi hissediyordu ama neden böyle hissettiğini bilmiyordu. Ayrıca ufak da bir problemi vardı. Arel'in gülüşünü görüp odadan çıktıktan sonra farkında olmadan nefesini tutmuştu. Sesi ise hâlâ zihninde bir yerlerde yankılanıyordu.

Zamansızların Ardından Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin