Arya, yavaşça yerinden doğruldu. Dolaptan zarif, çiçekli bir elbise aldı ve aynanın karşısına geçip üstüne tuttu. Çok hoş görünüyordu.
- Bu olur.
Heyecanla elbiseyi giydi ve saçlarını toparladı. Çarçabuk alt kata indi ve bahçeye çıktı. Güneş yeni doğuyordu. O kadar ferahlatıcı bir hava vardı ki... Gözlerini kapatıp envai çeşit çiçeğin ve yeni doğan günün kokusunu içine çekmek istedi. Tuhaf. Koku yoktu.
Daha sonra gözlerini açtı ve ufka baktı. Bu bahçe her zaman bu kadar güzel miydi? Gözleri, birden buraya ilk geldiği zaman kendini attığı havuza takıldı. Neredeyse ölüyordu. Yaptığı saçmalığa kıkırdamadan edemedi, başını iki yana salladı ve daha ilerilere baktı. Bahçede biri daha vardı. Kimdi o? Geniş omuzlu, uzun boylu, sağlam duruşlu bir adam. Arel mi? Bu saatte burada ne arıyordu?
Kim olduğunu görmek için ona doğru yürümeye başladı. Adam, onun gelişini fark etmiş gibi omzunun üstünden bir bakış gönderdi ama güneş ısrarla Arya'nın gözlerini kamaştırıyor, kim olduğunu görmesini engelliyordu.
Adam bir sonraki anda nazikçe yere eğildi ve bir papatya kopardı. Arya da artık ona ulaşmıştı. Elini ona uzattı ve dokunup dokunmamak arasında derin bir çelişki yaşadı. O, bu ikilemle boğuşurken adam bunu hissetmişçesine arkasına döndü.
Hafif çekik gözler, düz kaşlar, keskin çene hattı, yüzüyle uyumlu burun... Heykel gibi adamdı. Ayrıca kumral teni ve kahverengi saçları da yüz hatlarıyla mükemmel bir uyum içerisindeydi. Adamın yüz hatlarını incelerken bir an göz göze geldiler. Ametist rengi o gözler... Ne zaman görse büyülenmiş gibi derinliklerinde kaybolduğu gözler... Karşısındaki Arel'den başkası değildi.
Üstünde açık renk keten bir gömlek, sütlü kahve tonlarında bir pantolon vardı. Ne zamandan beri böyle açık tonlarda giyiniyordu? Merakla ona baktı. Arel, onun bu merakını görünce gülümsedi. Gülünce kısılan gözleri o kadar güzel görünüyordu ki; Arya, şaşkın şaşkın bakmaktan kendini alamadı. Onu, ilk defa böyle gülerken görüyordu. Şu ana kadar onun, gülmeyi unutmuş biri olduğuna neredeyse emindi.
Onun gülümseyen yüzünü incelemeye başladı. Her gün şahit olabileceği tarzda bir manzara değildi bu. Anın huzurunda kaybolmuşken daha detaylı bakmalıydı, niyeyse buna dair güçlü bir dürtü hissediyordu.
Dikkati gülünce yanaklarında oluşmaya niyetlenen ama ısrarla saklanmaya da çalışan gamzelerinden dudaklarına takıldı. Uzun uzun dudaklarına baktı. Neden bunu yaptığına dair hiçbir fikri yoktu.
- Ben...
Arel, onun ısrarlı bakışları üzerine ciddileşti ve bir eliyle yüzüne uzandı. Baş parmağını, yavaşça nemli dudaklarının üzerinde gezdirdi.
- Şşt.
Arya'nın kalbi, göğsünden çıkacak gibiydi ve Arel'in bu hareketi durumunu daha da kötüleştirmişti. Hareket etmeden öylece ona bakmaya devam etti. Bu adam neden bu kadar büyüleyiciydi? En azından bu kadar yakışıklı olmamalıydı.
O, nefes almak için bile bu kadar mücadele ederken Arel, az önce kopardığı papatyaya baktı ve Arya'nın saçlarını nazikçe kulağının arkasına alıp papatyayı da üstüne taktı. Arya, bunu fark edince gözlerini kocaman açtı ve bir şey söylemek için niyetlenip dudaklarını hafifçe araladı ama heyecandan konuşamıyordu bile. Sahi ne söyleyecekti ki? Hatırlayamıyordu. Karşısındaki adam aklını başından almıştı.
En son ne zaman böyle bir şey hissetmişti? Şöyle bir düşününce, hiçbir zaman böyle şeyler hissetmediğini fark etti. İçinde kelebekler uçuştuğunu söyleyen insanları hep komik bulmuştu ama belki de ilk defa onları bu kadar iyi anlıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamansızların Ardından
FantasyHayatı, karmaşa ve mutsuzluk içinde sürüp giden Arya, bir gün tanımadığı bir ihtiyardan gizemli bir kitap alır. Kitabı okumaya başladıktan birkaç gün sonra rüyasında kendini, kitabın ana karakterinin yerinde bulur. Yoksa tüm bunlar rüya değil midir?