...
Evet, işte başlıyordu. Her zamanki gibi aptalca bir kabus görmek üzere olduğunu düşündü, yine de arkasına dönmeden edemedi. 30'ların sonlarında, siyah saçlı, dönemin mutfak önlüğü sayılacak cinsten bir önlük giymiş, orta boylu, kilolu bir kadın şok içerisinde kendisine bakıyordu.
Kadın sendeleyerek yürümeye başladı, yüzündeki şok silinmiş değildi. "Küçük Hanım, sen..." diyebildi sadece.Arya bir an düşündükten sonra kadını umursamamaya karar verdi, ne de olsa rüyadaydı ve sahneler çok hızlı değişecekti. Etrafı keşfetmek istiyordu ve kapıyı aralayıp sokağa çıktı. Yanılmıyordu, kesinlikle geçmişte bir yerdeydi. Daha sonra arkasından kendisine doğru gelen ayak sesleri duydu, kadın ona doğru koşuyordu. Muhtemelen diğer rüyalarında olduğu gibi bu bir kişi kendisini kovalayan onlarca kişiye dönüşecekti. Elinde olmadan kaçmaya başladı. Kadın ise "Küçük Hanım" diyerek peşinden geliyordu, Arya durmayınca "Sühan dur, nereye gidiyorsun?" diye seslenmeye devam etti.
Arya sinirli bir şekilde "Bu kadın niye Sühan deyip duruyor, kitaptaki kızın adı değil miydi bu?" diyerek aralarındaki mesafeyi artırmaya çalıştı.İleride kalabalık bir pazar yeri görüp içine daldı, ardından dar bir sokak görüp oraya saptı ama döner dönmez sert bir şeye çarpıp yere düştü. Çarptığı şey bir eşya değildi; uzun boylu, hemen hemen kendisiyle aynı yaşlarda, kıyafetlerinden anlaşılacağı üzere muhtemelen üst kademelerden, nispeten sert bakışlı birine çarpmıştı.
Ama tüm bunlardan öte karşısındaki adamın dikkat çeken bambaşka bir özelliği vardı: Ametist taşına benzeyen mor renkli gözleri... Eskiden Güney Lestinya'nın yöneticisi olan Marsel Ailesi'nin erkeklerinin göz rengiydi bu, en azından tarih kitaplarında öyle yazıyordu.
Bu aile, aristokrasi yok olmaya başlayıp yönetim biçimi değişince yönetimden uzaklaşmasına rağmen nüfuzlarını -tamamen olmasa da- muhafaza etmeyi başardı. Günümüzde varlıklarını dışa kapalı bir şekilde sürdürmeyi tercih ediyorlardı. Her ne kadar göz önünde gibi görünseler de artık haklarında tarihin tozlu sayfalarındaki bilgiler dışında pek bir şey bilinmiyordu. Ailenin hiçbir üyesi sosyal medyayı kullanmıyordu ve hepsi mümkün olduğunca kameralardan uzak duruyordu.
Ayrıca Arya'nın da onlarla ilgilendiği pek söylenemezdi. Tek bildiği, geçmişleriyle ilgili tarih derslerinde öğrendiği birkaç kuru bilgiydi. Tarih derslerini de pek sevmezdi, o yüzden tek dikkatini çeken sınavda sorulacak yerler ve aile üyelerinin sahip olduğu eşsiz göz rengiydi. Daha sonra merak edip ailenin günümüzdeki üyelerini bile araştırmadığı için bu gözlerin gerçekte nasıl göründüğünü bilmiyordu ama tam şu anda karşısındaydı işte. Saatlerce bu gözlerin derinliklerinde kaybolabileceğini hissetti. Sahi rüyasında daha önce görmediği bir şeyi görmesi mümkün müydü?
Birden içinde bulunduğu durumun farkına vardı, kendisi az önceki çarpışmanın neticesinde yerde duruyordu ve karşısındaki adam ona elini uzatma nezaketinde bile bulunmadan onu izliyordu. Tam "Ne kaba bir adam!" diye düşünecekken karşısında duran ve verdiği tepkilerin anlaşılması güç olan bu adamın, belli etmemeye çalışsa da büyük bir şaşkınlık içerisinde olduğunu fark etti. Adam, tam yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atıp elini uzatmaya karar vermişken Arya olduğu yerden doğruldu, o sırada arkasından koşan kadın da yetişmişti.
- Küçük Ha...
Kadın bir anda uzun boylu adamı görünce onun olduğu tarafa dönüp başını hızlıca eğerek adamı selamladı:
- Ekselansları!
Arya bir kadına, bir karşısındaki adama bakıp duruyordu. Adam ise gözlerini ondan hiç ayırmamıştı, bir süre sonra onu kovalayan kadının olduğu tarafa dönüp konuşmaya başladı. Hafif tok, derinden gelen, etkileyici denebilecek ve bir o kadar da otoriter bir sesi vardı:
- Maria, ne oluyor burada?
- Ben de bilmiyorum Ekselansları. Bahçede işim vardı ve bir anda Küçük Hanım'ı gördüm. Nedendir bilmem, benden kaçmaya çalıştı. Ben de ona yetişmeye çalışıyordum.
Kadın çok fazla detay vermeden olanları anlattı ve sustu, adamın gereksiz ve uzun açıklamalara tahammülü olmadığını çok iyi biliyordu. O sırada Arya konuşmaya başladı:
- Bakın burada tam olarak ne oluyor bilmiyorum ama rica etsem beni bırakır mısınız?
Her ne kadar rica ediyor gibi konuşsa da sesi emir veriyor gibiydi. Bu durum adamın dikkatinden kaçmadı, normalden farklı bir tonla konuşuyordu. Hemen ardından Maria, adamı selamlayıp Arya'yı kolundan çekiştirdi ve sessizce eve gitmeleri gerektiğini söyledi. Arya şu anki durumdan hiç memnun değildi ama kadın çok ısrarcıydı ve kolunu bir türlü bırakmıyordu. Arya'nın tüm direnmelerine rağmen onu eve götürmeye kararlıydı. Adam da düşünceli bir biçimde arkasına dönüp aksi istikamette ilerlemeye başladı, yapması gereken önemli işleri vardı.
Maria koluna girmiş bir şekilde Arya'yı eve götürmeye çalıştığı sırada Arya, az önceki düşmeden kaynaklanan ağrıyı duyumsamaya başladı. Üstelik düşerken avuçları yere geldiğinden kanıyordu. Çok tuhaf, rüyada olmasına rağmen canı neden bu kadar acımıştı ki? Hiç hareket etmeden öylece ellerine bakakaldı, bir sonraki anda yanındaki kadının sesiyle irkildi:
- Küçük Hanım, siz iyi misiniz? Ben... Ben gerçekten çok özür dilerim, günlerdir uyanmadınız ve bir anda sizi öyle görünce ne yapacağımı bilemedim. Sizi eve götürmem gerekiyor diye düşündüm, gerçekten çok özür dilerim, bağışlayın, özür di...
- Özür dilemeyi kesemez misin?
- Ama ben...
- Seninle o eve gelirsem beni rahat bırakacak mısın?
- ...
- Tamam, geleceğim ama daha fazla özür dileme ve beni çekiştirmeyi de bırak.
Maria, mahcup bir şekilde başını önüne eğdi ve bir adım geri çekildi. Aslında Arya'nın önden yürümesini bekliyordu ama o olduğu yerde duruyordu.
- Seninle eve gelmemi istemiyor muydun? Hadi!
Konumları göz önünde bulundurulduğunda Maria'nın arkadan yürümesi gerekiyordu ama biraz daha orada öylece durursa azar işiteceğini hissetti ve yürümeye başladı. Arya ise hâlâ canının neden yandığını sorguluyordu. Sahi tam olarak ne olmuştu?
Okumak için kitabını çıkarmıştı, peki sonra? Hiç uyumamıştı ki, nasıl rüya görüyor olabilirdi? Hatırlamaya çalıştı. Odasının dışından bağrışma sesleri geliyordu, bir tanesi hariç hepsi hastanede çalışanların sesiydi ama diğer ses de çok tanıdıktı. Kimin sesi olduğunu bir türlü hatırlayamadı ve sonrasında buradaydı işte. Asıl ilginç olan burada yaşadığı olaylar arasında hiçbir kopukluk olmaması, bilincinin ve hislerinin bu kadar yerinde olmasıydı. Kulağa saçma gelmese bütün bunların rüya olmadığını düşünecekti. Arya bu düşüncelerle boğuşurken eve gelmişlerdi bile.
- Küçük Hanım, isterseniz içeri geçelim. Sizinkiler geri dönmüşse sizi merak etmişlerdir.
Bahçeden geçip eve yöneldikleri sırada evden ne hakkında olduğu anlaşılmayan telaşlı sesler geliyordu, Arya, eve doğru ilerlerken seslerin sahipleri de dışarıya çıktı. Arya, onları görür görmez olduğu yerde donakaldı. Çünkü dışarı çıkan kişilerden biri, yıllar önce kaybettiği annesiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamansızların Ardından
FantasyHayatı, karmaşa ve mutsuzluk içinde sürüp giden Arya, bir gün tanımadığı bir ihtiyardan gizemli bir kitap alır. Kitabı okumaya başladıktan birkaç gün sonra rüyasında kendini, kitabın ana karakterinin yerinde bulur. Yoksa tüm bunlar rüya değil midir?