Arel, batı kanadına doğru yürümeye başladı. İçinde başa çıkamadığı bir huzursuzluk vardı ve önsezileri konusunda genelde yanılmazdı. Etrafını saran ürkütücü sessizlik de bunu kanıtlar nitelikteydi. Bir şeyler bitmeden yetişmiş olmak için içten içe dua ediyordu ama attığı her adım umudunu biraz daha söndürüyordu.
- Yukarıda olmalı.
Ses, boğuktu. Kime ait olduğunu ayırt edemiyordu.
"Yukarı gitmeliyim."
Nedenini bilmiyordu. Orada, onu çağıran bir şeyler vardı. Tüm bunlar daha önce yaşanmış mıydı? Anlayamadı. Yaşandıysa bile bir şeyler değişir miydi? Bilmiyordu...
Birden bir aciliyet duygusuna kapıldı ve Batı Kulesi'ne çıkan merdivenleri ikişer üçer çıkmaya başladı. Birini kurtarması gerekiyordu. Merdivenlerde biriken kanların, uzuvları kopmuş cesetlerin üstünden geçerek yukarı çıkmak için delicesine çabaladı ama merdivenlerin ucu bucağı görünmüyordu. Gözleri dolmuştu. Birazdan çok büyük bir acı yaşayacağını hissediyordu. Değer verdiği nadir şeylerden biri, yok olmak üzereydi. Buna izin veremezdi. Bu sefer geç kalmayacaktı. Sonunda merdivenlerin sonuna ulaştı ve derin bir nefes alarak odaya girdi.
"Yetiştim."
Hiçbir şeye yetiştiği yoktu, yine geç kalmıştı ama yaşananlar tekrarlanmadan bunu anlayamazdı.
Odanın yer yer yosun tutmuş duvarlarına kan sıçramıştı. Küçücük pencereden ay ışığı güçlükle içeri giriyordu. Odada, beş muhafızın ortasında kalmış, beyaz pelerinine kan sıçramış bir soylu vardı ve onu görür görmez başını kaldırıp kocaman gülümsedi:
- Geldin!
Arel, muhafızlara bağırdı:
- Geri çekilin!
Tereddüt ettiler ama çekilmediler. Kılıçlarını odanın ortasındaki kişiye doğrultmuş öylece bekliyorlardı.
- Gelmemeliydin.
Soylu, tekrar konuştu ama bu sefer yüzünde o sıcak gülümsemeden eser yoktu. Bakışları gölgelenmişti. Arel, onun gözlerine bakarak konuşmaya devam etti:
- Duymadınız mı? Size geri çekilin dedim! Bir kez daha söylemeyeceğim.
Bu orada bulunanlar için bir ölüm tehdidiydi. Adamların kafası karışmıştı ama yerine getirmeleri gereken bir sorumlulukları da vardı. Arel, kimsenin onu dinlemediğini görünce kılıcına davrandı:
- Canınız cehenneme!
Dört kişiyi öldürmesi göz açıp kapayıncaya kadar çabuk olup bitmişti. Kılıcını öyle büyük bir zarafetle kullanıyordu ki, kimse ne olduğunu anlamamıştı bile. Sıra beşinci ve en genç olana gelmişti. Şeytani bir gülümsemeyle üstüne yürümeye başladı:
- Bir dahakine gazabım geldiğinde, son nefesinize kadar kaçın! Ama korkarım bir kişi için bu iki kez mümkün değil.
Bunu söyleyip kılıcını indirmeye hazırlanırken muhafız sendeledi ve yere düştü. Korku dolu bakışları ise Arel'in arkasında bir noktaya odaklanmıştı. Arel, kılıcını adamın boynuna yaklaştırıp ona kaçacak yer bırakmadıktan sonra neler olduğunu görmek için arkasına döndü.
- HAYIR, YAPMA!
Sesi, kulenin duvarlarında yankılandı. Birden, muhafızı bıraktı ve soyluya doğru koşmaya başladı ama çok geçti. Yüzüne kan sıçradığında her şeyi anlamış oldu. Yetişememişti. Soylu, elindeki kılıcı kendisine saplamıştı. Tuhaf bir şekilde huzurlu görünüyordu. Belki de tüm bunlar bir yanılsamadan ibaretti. Kanlar içinde yere yığılmadan önceki bir yanılsama...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamansızların Ardından
FantasyHayatı, karmaşa ve mutsuzluk içinde sürüp giden Arya, bir gün tanımadığı bir ihtiyardan gizemli bir kitap alır. Kitabı okumaya başladıktan birkaç gün sonra rüyasında kendini, kitabın ana karakterinin yerinde bulur. Yoksa tüm bunlar rüya değil midir?