Dük, üzerindeki şoku atlatamadan Marsel Malikanesi'ne doğru ilerlemeye başladı. Az önceki karşılaşmayı düşünmeden edemedi. Birkaç hafta önce ülkenin batı tarafında çıkan kargaşayı çözmek üzere oraya gitmişti ve dönüş için yola çıkmadan bir gün evvel kız kardeşi Marin'in mektubu kendisine ulaşmıştı. Marin mektubunda arkadaşı Sühan'ın, evinden epey uzakta bulunan bir binadan düştüğünü, bilincinin bir süredir kapalı olduğunu, doktorların elinden bir şey gelmediğini ve olayın da aydınlatılamadığını yazmıştı.
Sühan olmasa da ailesi Dük için değerliydi. En zor ve sıkıntılı anlarında hiçbir menfaat gözetmeden yanında olan bir tek onlardı. Ayrıca Sühan'ın annesi, doğduğu gün annesini kaybeden Marin'e öz kızı gibi bakmıştı. Bu yüzden Dük onlara ayrı bir ihtimam gösterirdi.
Mektubun içeriğine bakılırsa Sühan'ın durumu ciddiydi, olabildiğince hızlı bir şekilde geri dönmesi gerekiyordu. Kardeşi her ne kadar açık açık yazmasa da Dük geri geldiğinde Sühan'ın ölmüş olması muhtemeldi. En azından cenaze hazırlıklarında ailesinin yanında olmalıyım diye düşünmüştü ama geri geldiğinde beklediğinin aksine Sühan yaşıyordu, hâlâ bilinci kapalı olsa da yaşıyordu.
Durumu teyit ettikten sonra malikanesine geri dönmüştü, bu olay üzerinden 24 saat bile geçmeden öleceğini düşündüğü kişiyi kanlı canlı ayakta görmek onu şaşkına çevirmişti ama bu olaya ayıracak zamanı yoktu. Ya yardımcısını toplantı başlamadan Kont'un evine gönderecekti ya da akşam bizzat kendisi gidecekti.
Birkaç haftadır burada olmadığından halletmesi gereken işler de epeyce birikmişti. Şimdilik zihnindeki dağınıklıkları bir kenara koyup malikanenin kapısından içeri girip toplantının yapılacağı büyük salona yöneldi.
Salonun kapısında onu, yardımcılarından Augustin karşıladı. Augustin, iki gün önceki manzaradan sonra başını kaldırıp onunla göz göze gelmekten bile çekiniyordu. Dük, kıyafetinde kan değmeyen tek bir nokta olmaksızın karşısında duruyordu. Banyonun ve yeni kıyafetlerin hazırlanmasını emrettiği anki sesi bile ölüm fermanı verir gibiydi. Ne zaman malikaneden uzakta bir yerde bir sorun olsa ve onu çözmeye gitse döndüğü zaman hep böyle olur, ölümün ürpertici yanı ses tellerine değin tüm hücrelerine sirayet ederdi. Daha sonra hiçbir şey olmamış gibi duş alır ve gerçek bir asilmiş gibi göründüğü hayatına geri dönerdi. Oysa tüm bunlar süslü bir maskeden başka bir şey değildi. O, özünde hisleri olmayan bir canavardı. Sadece kardeşi Marin'e diğer insanlara davrandığından farklı davranırdı. İnsanları bir böcek gibi öldürdükten sonra arkasına sığındığı bu farklı maskeler yüzünden ne kardeşinin ne de cemiyetten herhangi birinin onun gerçek yüzünden haberi vardı.
Özellikle savaş alanlarında Ölümün Gölgesi diye anılırdı. İzinin düştüğü her yer, her kişi ölümden ve yıkımdan nasibini alırdı. Marsel Ailesi'nin erkekleri genel olarak güçlü ve heybetliydi, şimdiki dükün de onlardan aşağı kalır yanı yoktu. Bu azametli görünümünün aksine büyük bir zarafetle kılıcını sallar, düşmanına hiç beklemediği bir anda saldırırdı. Sonuç olarak kendisi yara almadığı gibi karşı tarafta nefes alan herhangi bir canlı dahi bırakmazdı. Elbette ki tüm bunlar baloların yapıldığı, insanların gülüp eğlendiği ve huzur içinde yaşadığı Güney Lestinya'da pek bilinmezdi.
Augustin, Dük ona bir şey söylemeden içeri geçsin diye içinden dua ediyor ve bir yandan da onu geçen günkü haliyle binlerce kez görse de içinde bulunduğu duruma alışamayacağını düşünüyordu. O, iç dünyasıyla bu denli boğuşurken sessizliği bozan Dük oldu:
- Kontun evine birini gönderin, gördüğüm kadarıyla Sühan kendine gelmiş. Giden kişi hem durumu öğrensin hem de yardıma ihtiyaç duydukları bir husus var mıymış öğrensin. Bugünkü toplantıya Kont olmadan devam edeceğiz gibi görünüyor.
- Pe-peki Ekselansları!
Cümlenin başındaki kekelemeyi fark eden Dük, Augustin'e dönüp ifadesiz bir bakış attıktan sonra toplantının yapılacağı salona girdi.
•••
Toplantıdan çıkan insanlar arasında huzursuz mırıltılar dolaşıyordu. Orta yaşlı bir adam, yanındaki saçı sakalı ağarmış adama doğru eğilip fısıltıyla konuşmaya başladı:
- Beli'de yaşayan insanlar yeterince uzun bir ömür sürdüklerini hatta gereğinden fazla yaşadıklarını düşünüyormuş, ben de acılarına son verdim de ne demek? Bölgeden sorumlu valiyi bile isyanları bastıramadığı için öldürüp geldiğine inanamıyorum. İnsan hayatını nasıl bu kadar hafife alabilir? Kural tanımayan bir cellattan hiçbir farkı yok!
Yaşlı olan görmüş geçirmiş biriydi. Dük'ün yöntemlerini doğru bulmasa da sonuç olarak kendisinden öncekilerden daha büyük başarılar elde ettiği ortadaydı. Güney Lestinya'yı eskisinden çok daha iyi bir duruma getirmişti ve kendi halkına mümkün olduğunca adaletli olmaya çalıştığını görebiliyordu. Kimseye ikinci bir şans vermemesi büyük talihsizlikti. Ne zaman başarılarını övmeye kalksa ansızın ortaya çıkan, caniliğe kayan yöntemleri yüzünden susmak zorunda kalıyordu.
- Sessiz ol, hâlâ Dük'ün malikanesindeyiz unuttun mu? Seni duyabilir.
- Burada olup olmamamız neyi değiştirir ki? Her yerde gözü kulağı var. Bir bakıyorsun birden halka karışıp suç işleyen birini bulmuş ve hemen oracıkta cezasını kesmiş. Ceza dediysem de adaletin vereceği cezanın on katı.
Herkes söylene söylene dağılırken Dük toplantı masasının baş ucundaki sandalyesinde oturup gözlerini tavandaki resimlere dikmiş, derin düşüncelere dalmıştı. Bir anda Marin'in yanına gitmesi gerektiğini anımsadı. Onu Sühan'ın durumundan haberdar etmesi gerekiyordu, başka biri onun yerine yapmadıysa tabi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamansızların Ardından
FantasyHayatı, karmaşa ve mutsuzluk içinde sürüp giden Arya, bir gün tanımadığı bir ihtiyardan gizemli bir kitap alır. Kitabı okumaya başladıktan birkaç gün sonra rüyasında kendini, kitabın ana karakterinin yerinde bulur. Yoksa tüm bunlar rüya değil midir?