Etraflarında toplanan kalabalığın da yardımıyla biraz kargaşa eşliğinde çocuğu hastaneye götürmeyi başardılar, buraya her ne kadar hastane denirse tabi. Günümüzdeki hastanelere kıyasla son derece donanımsızdı ama kendi dönemi için gayet iyi denebilirdi.
Arya, çocuğu kurtarmak için elinden geleni yapmıştı. Şimdi çocukla oradaki doktorlar ilgileniyordu, hayatî tehlikesiyse yok denecek kadar azdı. Tüm bunların dışında, durumu da kendince iyi idare ettiğini düşünüyordu, en azından artık kapıda olan bir savaş yok diye düşündü. Yine de içten içe dönem olaylarında büyük bir değişikliğe yol açmış olma ihtimalinin verdiği huzursuzlukla mücadele ediyordu.
"Ben buraya Sühan'ın hayatını aynen yaşamaya gelmedim, benim yüzümden oluşan yeni geleceğin belirsizliği bile onun kaderini yaşamaktan yeğdir."
Onu düşüncelerinden sıyıran Dük'ün sesi oldu:
- Koridorda elin yüzün kan içerisinde durmaya devam mı edeceksin? Korkunç görünüyorsun.
Çocuğu kurtarmaya çalışırken onun kanı bulaşmış olmalıydı. O kadar dalgındı ki neler olup bittiğini yeni yeni idrak ediyordu. Kalabalık bir anda başlarına toplanmış, her kafadan bir ses çıkmaya başlamıştı. Bir yandan da çocuğa müdahale edişini de incelemeyi ihmal etmiyorlardı. O sırada gerekli talimatları veren Dük olmuştu, bir araba hazırlanmasını ve çocuğun ivedi bir şekilde hastaneye götürülmesini emretmişti. O sırada Arya araya girip birlikte gitmek için diretmişti ve sonuçta burada yalnızlardı işte.
Çocuğun durumu birçok kişinin dikkatini çekse de soylular rahatlarından ödün vermek istemediklerinden baloya geri dönmeyi düşündüler. Ancak o halde bu da absürt kaçacağından olay onları çok etkilemiş gibi yapıp evlere dağıldılar. Çocuk, Dük ve Arya dışında kimsenin gerçekten umurunda olmamıştı ama bu dedikodu yapmayacakları anlamına gelmiyordu. Yeni gün yeni dedikodularla ağaracaktı.
İnsanlar her çağda aynıydı işte. Gözlerini boyayacak kadar büyük bir zenginliğin ve refahın içinde, kendileriyle aynı seviyede insanların arasında sahte kahkahalar atarken en unutmamaları gereken şeyi unutuyorlardı: İnsanlıklarını. Yıllarca kurtulmaya çalıştığı şeyin yine tam ortasına düşmüştü işte.
Dük, az önce söylediklerini dinleyip dinlemediğinden emin değildi. Bir anda en yakın adamını da alıp onun yanına gelen ve emirler yağdıran o kız yok olmuştu sanki. Her ne olduysa da Dük, şımarık bir kızın tripleriyle uğraşmak istemiyordu. Bu nedenle bir kez daha onun dikkatini çekmek için yalandan bir iki kez öksürdü ve konuşmaya devam etti:
- Elini yüzünü yıkayıp dışarı gel, seninle konuşmam gereken konular var.
Nihayet Arya, Dük'le göz göze gelmekten kaçınarak yorgun bir ses tonuyla cevap verdi:
- Sen git, geliyorum.
Bu kadar itaatkâr davranması çok tuhaftı, bu gece olanlardan gerçekten etkilenmiş olabilir miydi?
"Her neyse, bu benim sorunum değil."
•••
Az sonra Arya içeriden çıktı ve gözleriyle Dük'ü aradı. Dük, hastanenin dış duvarına yaslanmış dolunayı seyrediyor, yüzüne vuran ay ışığı görünümüne daha da estetik bir hava katıyordu.
"Kaba tavırlarını ve kişiliğini göz ardı edersem gerçekten de yakışıklı bir adam. Benim zamanımda yaşayan bir aktör olsaydı hayranı olabilirdim sanırım."
Daha sonra kendi düşüncelerine kıkırdadı. Dizi-film izlemeyi oldum olası severdi ve yakışıklı oyuncuları izlemeye yönelik hep bir zaafı vardı. Beğendiği bir kurguda, kusursuz yazılmış, mükemmel görünüme sahip erkek karakter... Gerçekte olması mümkün değildi ama kendi idealler dünyasında var olmasından gizliden gizliye zevk alıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Zamansızların Ardından
FantasyHayatı, karmaşa ve mutsuzluk içinde sürüp giden Arya, bir gün tanımadığı bir ihtiyardan gizemli bir kitap alır. Kitabı okumaya başladıktan birkaç gün sonra rüyasında kendini, kitabın ana karakterinin yerinde bulur. Yoksa tüm bunlar rüya değil midir?