Bir damla. Bir anı.
Bir damla. Bir çaresizlik.
Bir damla. Bir ölü beden.
Bacaklarımı kendime daha çok kendime sardım. Kapkaranlık olan odanın içine müzik sesi dolarken kafamı dizime yaslamış, kuruyan yanaklarımı gözyaşlarımla ıslatıyordum.
Arkın öleli çok olmamıştı, Barça'ya ne olduğunu bilmiyordum. Kılıç'ı düşünmek ise daha çok ağlamama sebep oluyordu.
Ruhsuz gibiydim. Sanki bütün ruhum üçe bölünmüş, onlarla ölmüş, onlarla acı çekmişti.
Odanın kapısı açılırken müzik sesi daha da arttı. Şafak, elinde bir poşetle içeri girerken gözleri bendeydi. Yüzünde her zamanki sırıtışı vardı. Ukala, kibirli, acımasız.
''Ben bir ceviz ağacıyım, Gülhane parkında.'' diyerek müziğe eşlik ettiğinde kapı arkasından kapanmıştı.
''Aptal kız!'' diye bağırdı neşeli bir sesle. Ona cevap vermek şöyle dursun, kafamı tekrardan dizlerime yasladım.
''Yapma böyle, Kılıç'ının durumunu öğrenmek istemiyor musun yoksa? İyi peki, görüşürüz.'' Söylediği sözler bende elektrik etkisi yaratırken hızlıca kafamı kaldırarak ona baktım. O ise neredeyse kapıya ulaşmıştı.
''Dur! Kılıç nasıl?'' Arka planda şarkı son seste devam ederken Şafak tekrardan bana döndü.
''Hmm bir düşüneyim, tüh unuttum.'' Kapının kulpunu tuttu.
''Şafak, gitme!'' Tekrar bana döndü.
''Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında.'' şarkıyı devam ettirerek odada elleri cebinde volta atmaya başladı.
''Kılıç nasıl?'' Gözlerim doldu. Ağzından çıkacak herhangi bir cümle beni fazlasıyla etkilerdi. Ve Şafak bunu çok iyi biliyordu.
''Ağlama aptal kız.'' diyerek sahte bir şekilde dudağını büzdü. ''Ama eğer ille de ağlamak istiyorsan omzuma yaslanabilirsin.'' Eliyle omzuma iki kez vururken gözyaşlarımı elimin tersiyle sildim.
''Neden? Neden bunu yapıyorsun? Bizimle derdin ne?''
''Ben bir ceviz ağacıyım, Gülhane parkında. Ne sen bunu farkındasın ne de polis farkında.'' mırıldanarak odadan çıkarken sorularımla baş başa kaldım.
Ben bir ceviz ağacıyım, Gülhane parkında. Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında. Şarkı başa sararken anladığım gerçekle nefes alamadığımı hissettim.
Ben bir ceviz ağacıyım, Gülhane parkında. O gün orada Şafak da vardı.
Ne sen bunun farkındasın ne de polis farkında. Ne Kılıç, ne Erez, ne de ben, onun orada olduğunu biliyorduk.
O gün oradaydı. Abimin ölümünde, abimle. ''Şafak!'' diye bağırdım. Boğazım yırtılırcasına bağırmaya devam ederken ellerimdeki kelepçeleri çekiştiriyordum.
''Şafak!'' Şarkı kesildi. Birkaç saniye sonra ise kapı gıcırdayarak açılırken Şafak bu kez sırıtmıyordu.
''Aferin akıllı kız,'' dedi bakışları kadar soğuk bir sesle. ''sonunda taşları yerine oturtabilmişsin.''
''Sen,'' dedim kendimle konuşur gibi. ''Karan'ın sakladığı oğlusun.'' Babam değil, Karan. Karan Karaca. Beni başka aileye veren adam. Kardeşimi benden alan adam. Annemi aldatan adam. Öbür karısından olan çocuğu, kardeşiniz diye tanıtan adam.
Karan Karaca, asla gerçek bir baba değildi.
''Figan'dan olan.'' diye devam ettim. ''Annemden olan, kimsenin senden haber alamadığı çocuk.'' Şafak artık gülmüyordu. Soğuk bakışları benim üzerimdeyken sadece nefes alış verişleri yüzünden göğsü inip kalkıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KARANLIĞIN İÇİNDEKİ ŞEYTAN
ActionBakışlarım son kez telefonumun açık olan ekranına kaydı. 00.00 Dudaklarımda acı bir tebessüm oluşurken telefonuma gelen bildirimle birlikte kaşlarım çatıldı. Yattığım yerde dikleşip telefonu tekrardan elime aldım. Gözyaşlarım telefonun ekranını ıs...