[40. BÖLÜM]: KILIÇ PRENSİBİ

1.6K 121 112
                                    

Ben yazarken çok eğlendim umarım siz de beğenirsinizz (lütfen hassas olanlar okumasın bölüm tamamen işkence sahnesidir!)

Kılıç Taşkın

Kayalıklarda geçirdiğimiz verimli saatlerden sonra eve gelmiştik. İkimiz de yorulmuş olmamıza rağmen Alara uyurken ben yatağın çaprazındaki tekli koltuğa yayılmış bir şekilde viski içiyordum.

Aden Şafak'la birlikte parka gitmişti ve oradan da sinemaya geçeceklerdi. İşin en ironik tarafıysa Aden hepimizden çok Şafak'ı sevmiş, en çok ona bağlanmıştı.

Babasının katiline..

Derin bir nefes alıp düşüncelerimden kurtulmak istercesine bardaktaki viskiyi kafama diktim. Şu aralar fazla içiyordum.

Çalan telefonumun sesi odayı doldurmadan saniyeler önce ayağa kalkmış, pencerenin tam önüne geçmiştim.

''Söyle.'' Dedim kısık ama net bir sesle.

''Seninki burada. Getirmemi ister misin yoksa misafirlik sırası sende mi?'' Barça'nın sesi yarı hevesli yarı heyecanlıydı. Muhtemelen canı sıkılmıştı ve kendine eğlenecek güzel bir sebep bulmuştu.

''Kargomu canlı olarak getireceğine hiç güvenmiyorum.'' Gür kahkahası kulaklarıma dolduğunda ben de sırıttım. Aklımdaki uçuk planlar bir bir mantığıma yatmaya başlamıştı.

''Barça.'' Dedim soru sorarcasına. Gülmeyi kesip bana kulak kesildi. ''Bizim depoda tabut var mıydı?''

____________________

Geniş ve rutubetli odada attığım her adım tok bir ses çıkarıyor, duvarlardan sekip tekrardan kulaklarıma ulaşıyordu.

İçimdeki heyecan bütün vücudumda gezinirken ellerimi hevesle birbirine sürtüp son kez oyuncaklarıma göz gezdirdim.

Pürmüz, plastik plakalar, çekiç, kutu kutu çiviler, büyük paslı bir zincir ile ona uygun bir kilit. Ve benim gözbebeğim, büyük bir tabut.

Tabutun üç tarafı tahta olsa da üst kısmı özel olarak camlıydı.

Kapı açıldı ve Barça'yla Özer içeri girdi. Daha doğrusu Barça içeri girdi, Özer onun peşinden sürüklenerek odanın ortasına atıldı. Şüpheci ve sorgular bir şekilde Barça'ya dönsem de o omuz silkerek haklıymış gibi yerinde dikleşmişti.

''Öldürme dedin, süründürme ya da ona işkence etme demedin.'' Bir nevi haklı olmasına gözlerimi devirerek Özer'e doğru yürüdüm.

''Lan,'' Diyerek dizlerimi kırıp yanına eğildim. ''Ölmedin değil mi?'' Özer kafasını kaldırdı. Kırılan burnundan akan kanlar boğazına ulaşmış, moraran gözleri yarı yarıya açılmıştı.

''Bırak-'' Diye geveledi ağzının içinde. Sanırım birkaç dişi de kırılmıştı çünkü ağzı olması gerekenden daha boş duruyordu.

Doldururuz sıkıntı değil.

Özer'in yanından ayrılıp tekrar ayağa kalktım. Bakışlarım Barça'ya dönmüştü. ''Ses bombasını getirdin mi?''

''Sence ben onu unutur muyum?'' Gözlerim parlarken dudaklarım kıvrıldı.

''Hazırda dursun.''

Ben tekrardan Özer'e dönmeden önce Barça'ya kafamla tabutu işaret ettim. O tabuta ilerlerken ben de halihazırda üzerinden Barça geçmiş bir Özer'e ilerledim.

''Onun kusuruna bakma.'' Parmağımla Barça'yı işaret ettim. ''Pek misafirperver değildir dağ ayısı.''

''Bırak-'' Diye mırıldandı Özer bir kez daha. Tekrar ve tekrar Barça'ya döndüm.

KARANLIĞIN İÇİNDEKİ ŞEYTANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin