/27/

3.4K 260 36
                                    

Selamlarrr martılarımm!

Nasılsınız? Kötüyseniz dertleşelim.

Artık günde üç bölüm atmaya başlamayı düşünüyorum.

Kitap daha ne kadar ilerler bilmiyorum ama özellikle Alp'e bağlanan çok fazla okuyucu var.

Belkide bu yüzen final konusunda aşırı kararsızım. Kitaba başlarken Alp'in bu kadar sevileceğini, daha doğrusu bu kadar okunacağını hesaba katmamıştım...

Çift finalli kitapları sevmediğimden iki seneryodan birini seçeceğim.

İki ihtimaldede hoşunuza gider umarım.

Çok konuştum, haydi başlayalım bakalım!🍰

...

Kübra'nın göreve gitmesinin üzerinden çok geçmeden babamda gitmişti. Düşündüğüm gibi bir askerdi. Albay...

Rütbeleri pek bilmesemde endişeliydim. Başlarına bir şey gelecek korkusu kalbimi yiyordu.

Sanırım ben bu gidişle hızlı yaşlanacaktım.

Bazen okumayacağını bile bile mesaj yazıyor, günümün nasıl geçtiğini veya arada bir onu ne kadar özlediğimi ufaktan hatırlatıyordum.

Hala sevgili olmamıştık. O gibi bir durumda kutuyu çıkartıp Oğuz'un bana verdiği taktikleri uygulasaydım eminim çok garipti dururdu. Hem elime yazdığım kopyalar da silinmişti.

O gün yeterince rezil olmuştum zaten. Birde hayatındaki en mükemmel(!) çıkma teklifini yaşatamazdım...

Tabağımdaki brokoliyi sağa ittirerek göz yaptım. Ağız yapacak malzeme yoktu. Şaşkın surat yapmak için köfteyi mi kullansaydım?

Masadaki boşta kalan sol elimin tutulmasıyla kendime geldim. Çocukluğuma dönmüştüm iyi mi? Gerçi ben çocukken de yemekle oynamazdım ki!

Bakışlarım sıcacık elin sahibine, hemen solumdaki anneme çevrildi. O gün Yüzbaşının yaptığı gibi acıyla gülümsüyordu.

"Oğlum, yesene yavrum yemeğini."

Neden bilmiyorum ama aklıma o günler geldi. Yüzbaşının vurulup hastanemize geldiği, ilk tatlı yediğimiz gün.

Yemeklerin kötü olduğunu söylediğimde öyle sert bakmıştı ki bana... O zamanlar anlayamasamda sanırım şimdi empati kurabiliyordum.

Kim bilir o dağda ne yiyorlardı? Yada yiyebiliyorlar mıydı?

Bir keresinde internette görmüştüm. Emekli bir asker anılarını anlatıyordu, bir hafta boyunca yediği tek şeyin komutanlarının sakınca bulmadığı ufak böcekler olduğunu söylüyordu...

Kendimden tiksindim. Önündeki yemeği yemeye hakkının olmadığını iliklerimde hissettim.

Yüzbaşım ve babam biz rahat rahat bu evde oturalım diye kim bilir neler çekiyorlardı? Bizim tiksindiğimiz şeyleri yaşamak için kaç kere yiyor ve bundan gururla bahsediyorlardı.

"İştahım yok."

Yerimden kalkarken endişe vermemek için gülümsedim. Ama işe yaramadığına emindim.

O göreve gideli iki ayı geçiyordu, ama hala sanki herşey dün olmuş gibi hissediyor, kadife kutuyu cebimde taşıyordum.

Ben onu ne ara bu kadar sevmiştim? Bana ne yapmıştı?

Kaç saat boyunca odamda, yan profiline baktım bilmiyorum. Ama odamın kapısının çalınmasıyla kendime geldim. Saçları buradan bile ipekten farksızdı.

Her bir zerresi mükemmeldi. Hem ruhu, hem bedeni.

"Gel."

Annem içeri girdiğinde çekinerek aşşağı, onlarla oturup isteyip istemediğimi sordu.

"Tabiki, bu arada kapımı çaldıktan sonra direkt girsene anne. Bizim stajyerler bu kadar dikkat etmiyor."

"Eşek sıpasına bak sen!"

Kahkahalar eşliğinde odamdan çıkıp salona yürüdüğümüzde ikimizde gerçekten mutlu olmadığımızı biliyorduk.

Doktorlar iyi oyuncudur. Hasta yakınlarına, ameliyat esnasında yanındaki stajyerlere asla gerçek hislerini belli etmezler. Hastayı kaybettik derken dik durmak, kötü geçen bir ameliyatın ortasına sakin kalmak zorunda kalırlar.

Ama sevdalılar ne kadar iyi oynarsa oynasın ortada bir sahne olmadığından illaki hata yaparlar. Çünkü acıları nereye giderlerse gitsinler onlarla beraber gelir.

Oturma odasındaki üçlü koltuğa oturduğumuzda bir kolumu annemin omzuna attım. Aradan geçen günlerde iyiden iyide anne-oğul gibi olmuştuk. Hala aramızda bir çizgi var gibi hissetsem de önemli değildi.

"Oooo, genetik harikası abim ve benim gibi harikulade birini doğuran anam bensiz sarılıyor mu?"

"Gel buraya, ergen topçu!"

Kolumun altına aldığım kafasındaki dalgalı saçlarını karıştırdım.

"Abi yaa!"

İsyan cümlesine karşın kahkahalarıyla karşılık verdiğinde bende gülümeye başladım.

Derken kapı çaldı. Annem ayaklandığında cebimdeki telefonun titrediğini hissederek elime aldım.

Yüzbaşım dönmüştü!

Yeşim Gözlüm: Ben döndüm doktor! Bir hoşgeldin alırım:)

"Selamlar ailem! Ve küçük oğlum."

İçeri giren üniformalı adama kaydı gözlerim. Babam da dönmüştü, heybetli vücudunu saran askeri üniforması en az Yüzbaşımda olduğu kadar ona da yakışıyordu.

Ama en çok Kübra'ma.

Herkes babama sarılırken içimde tutamadığım bir heyecanala onlara döndüm.

"Eee, sarılmayacak mısın?"

Gözlerimden firar etmek üzere olan yaşlarımı tutarak hızlı adımlarla ilerleyerek üçüne katıldım.

Tabi öncesinde biriciğime cevap yazmıştım.

Siz:Kalbime ve evine hoşgeldiniz sayın Yüzbaşım!

...

Ağlarım...

Ama ben böyle olursa size kıyamam kiiii. 32 yaşında adamı ısıracağım yakında o olacak.

Eee, bölümü nasıl buldunuz???

Gelecek bölümlerde görüşelim♡

Serotonin -Asker & Doktor-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin