Selamlarrr, nasılsınız? İyisinizdir umarım!
Dertleşmek isteyenler için ->
Haydi başlayalım!
...
Hastane olarak arada bir gerçekleştirdiğimiz toplantı sona ermişti. Genel bir toplantıydı ve garip bir şey olmamıştı. Girdiğim ameliyattan çıkar çıkmaz toplantıya girdiğim için biraz yorgundum.
Ama hala yapmam gereken bir işim vardı. Oda üç gün önce gelen askerleri kontrol etmek.
Çoğunluğu taburcu olsada hala yatışta tuttuğum beş-altı hasta vardı. Yüzbaşıda buna dahildi.
İlk gün hastaneyi birbirine katsada üstlerinden gelen emirle durumu kabullenmiş ve varlığı dahi belli etmez olmuştu. Yüzü her zaman sertti, gerekmediği sürece de konuşmuyordu. Konuştuğunda ise evet ve hayır gibi kısa kısa cevaplarla yetiniyordu.
Şahsi olarak konuşmadan duramazdım ve her ne kadar asker olduğunu bilsemde ifadesiz suratı bana çok garip geliyordu. Onunla her görüştüğümde iletişim kurmaya çalışıyor buluyordum kendimi. Nedensizce kafayı takmıştım bu işe. İnandım inat bir insandım.
Asansöre geçerek hastaların bulunduğu katın düğmesine bastım.
"Hocamcamcam."
Arkamı dönüp bakma ihtiyacı duymadan bezmiş bir şekilde cevapladım.
"He Ömer. Söyle Ömer. Yeter artık Ömer."
"Kırıyorsunuz ama hocam."
"Kırıl Ömer. Ameliyatına girmem bilmiş ol. Taner hocana kalırsın."
Taner hoca stajyerlere karşı biraz katıydı. Özellikle de herşeyi dalgaya vuran Ömer'e karşı.
"Tamam hocam tamam. Kırılmadım, barıştık."
Asansör durduğunda indim. Ömer'le vedalaşma faslına geçemezdim. Zaten adama her 'görüşürüz.' dediğimde gerçekten de görüşüyorduk ve bu durumdan bir tık tırsmaya başlamıştım.
Yatıştaki beş hastaya geçtim ve kısa kısa bilgiler verdim. Zaten hepsi 'ne gerek var ki? İyiyim ben.' felan diyip çıkmak istediklerini belirtiyorlardı. Katır inadı vardı bunlarda da.
Son olarak altıncı hastamın odasının önüne gelerek kapıyı çaldım ve içeri girdim. Kübra Ayla Tunç, Yüzbaşı olmasıyla birlikte en sıkıntılı hastam.
"Bugün kendinizi nasıl hissediyorsunuz?"
Resmiyeten sorduğum soruyla gülümsedim. Hasta yatağında dimdik bir şekilde oturmuştu ve durumundan asla taviz vermiyordu. Bir kalenin duvarları gibiydi.
"İyi."
Yine kısa cevaplarından biri.
"Yakında taburcu edeceğiz sizi. Fakat üç dört haftaya kadar tam olarak iyileşemezsiniz. Bu nedenle görevinize bir süre ara vermeniz gerekiyor."
Geçen günlerde kurduğum cümleleri tekrar ezbere okuyordum.
"Peki."
"İstediğiniz bir şey var mı? Hemşir ve hemşirelerden rica edebilirim."
"Hayır."
İyice sinirlerimi bozmaya başlamıştı bu cevapları. İnatım kızım ben, insan gibi konuşacağım seninle!
"Pekâlâ. Şuan ayağa kalkmazsınız ama dışarı çıkmaya ne dersiniz? Hastanemizin bahçesi oldukça büyüktür. "
"Hayır."
"Hastanenin yemeklerinden stajyerken çok yemiştim. Her ne kadar bu utanç verici olsada tatlarının pekte iyi olduğu söylenemez. Buraya yakın ev yemekleri satan bir teyze var. Oldukça temizdir, sipariş etmemi ister misiniz?"
Gülümsememle kurduğum cümleyle kaşları çatıldı. Pencerede olan bakışları bana çevrildi. Çok sert bakıyordu. Sanki yanlış bir şey söylemişim gibiydi.
"Hayır."
Bir süre durduktan sonra beni reddetmesiyle girdiğim transtan çıktım. Bakışlarını tekrar benden çekerek pencereye yöneltti.
Evet, bir tık gözüm korkmuş olabilirdi ama bu beni durdurur muydu? Asla!
"Peki ya tatlı?"
Tekrar bana baktığında gülümsemem tekrar dondu. Fakat nedeni bu sefer oldukça farklıydı.
Taştan yüzü yumuşamış, gözleri parlamıştı. Bir süre birbirimize bakmamızla ne yaptığını yeni anlamış gibi hızla kafasını yana çevirdi.
Bu hareketine istemsizce sesli bir şekilde güldüm.
"İkimizede söylüyorum."
...
Kübra'nın zayıf noktası bulundu galiba...
Sizce neden yemek konusunda bu kadar kızdı?
Belkide manyaktır?
Haklı olabilirsiniz.
Kim yemek yemeyi sevmez ki??
Bir dahaki bölümde görüşelim!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Serotonin -Asker & Doktor-
RomanceYüzbaşı ve Profesör Doktor ... Vatanı uğruna şehit olmayı kafasına koymuş, bu hedef uğruna acı da dahil olmak üzere hislerinden vazgeçmiş, varını yoğunu ailesine adamış, oldukça başarılı ve katı olmasıyla bilinen kadın bir asker. Yüzbaşı Kübra Ayla...