/28/

3.5K 265 43
                                    

MERHABALARRR!

Büyük gün...

Hikaye artık resmen başlıyorr!

(Bu arada 30k olmuşuz, yesem mi sizi?)

Hangi seneryodan ilerleyeceğime karar verdim...

(Herkes oy sınırı vs. koyarken benim 1k okuyucu sayısına ulaşınca yaşadığım sevinç...)

Pekala, boşverin orayı. Nasılsınız bakalım? Kötüyseniz dertleşelim.

Bölüme alayım kalanları.🧶

(Bu arada bölüm Kübra'dan(:)

...

Nefes nefese bir şekilde uyandım.

Yine kabus görmüştüm. Yine o gün hakkında bir kabus...

Saate dönen bakışlarımla elimi saçlarıma geçirdim. Derin nefesler alarak kalktım.

Güneş yakında doğradı. O ara mutfağa giderek bir bardak su doldurdum. Evdekileri, yani annem, babam ve abimi uyandırmamaya dikkat ederek geri odama geçtim.

Camın hemen yanındaki tek kişilik kanepeye kurularak derin nefesler aldım.

Artık unutmalısın. Böyle şeylerle çok karşılaştın, ve karşılaşmaya da devam edeceksin Kübra. Alış.

Kendi kendimi tembihlemek kolaydı. Ama uygulaması için aynı şey söylenemezdi.

O gün... Vurulduğum gün...

Normal bir görevdi, yani tehlikeli ve kendinizi ölüme hazırlamanız gereken bir görev.

Ekibimle gittiğim savaş alanındaki sivilleri kurtarmamız emredilmişti.

Bize söylenene göre kısa süreli ateşkeste karar kılınmıştı.

Ama öyle olmadı. Girdiğimiz büyük, yıkık dökük evde bizi bekleyen tek şey yediye yakın sivillerin cesedi, ve iki katımıza eş değer silahlı askerler.

Dikkatsizdim. Ateşkesten aldığım güvenle içeri girdik, adımımızı attığımız gibi birimiz vuruldu. Fark ettiğimde çoktan yere yığılmıştı. Şanslı olduğu bir konu varsada ölmemiş olmasıydı.

Dışarıda bekleyen iki adamımız geldi aklıma, üsse haber verdiklerini umut etmek dışında hiçbir şey yapamadım.

Anında kendimizi toparladığımızda ateş iznimizin olması rahatlatıcıydı.

Zorda olsa kaçtık, bize verilen emirler doğrultusunda cesetleri de yanımıza aldık.

Derken girdiğimiz ormanda ikinci bir saldırı oldu, ama hedef hepimiz değildik. Sadece bir kişi. Bir asker saldırdı. Kurşunun ateşlediği gibide orada can verdi.

Refleksle namlunun önüne ağladığımı hatırlıyorum. Her kabusumda tan o ana, kurşunun tam içine girdiği ana gidiyordum.

Askerlerimi koruyamayan başarısız bir komutanım. Aradan geçen günlerde istifamı verdim. Ama albay kabul etmedi.

İlk başlarsa hak etmediğim, emrimdeki erlerin bağlılıklarının altında ezildim. Ama sonra ne oldu, o adam, doktor bana ne yaptı bilmiyorum ama bu düşünceler uçup gitti.

Sanki bir büyücü, veya her neyse beni etkisi altına almış gibi hissettim. Aklına ne gelirse söylüyor, çocuk gibi sevindiğini belli ediyor, yerinde duramayıp eliyle oynuyordu.

Bir erkek hakkında daha önce hiç böyle düşünmesemde sevimliydi. Küçük bir köpek yavrusuyla oynuyormuş gibi hissediyorum.

İçimde anlam veremediğim bir yakınlık vardı ona karşı. İlk başlarda bu beni ondan uzak tuttu. Diğer insanlara yaptığım gibi soğuk davrandım, daha doğrusu çalıştım çünkü kalpti bu, içindekini dışa yansıtmadan duramıyordu.

Ve o küçük köpekcik nasıl olduysa zaafımı buldu. Kabul etmek istemesem de tatlı bağımlısıydım. Özellikle cheesecake... Nasıl nokta atışı yaptı bilemesem de aklımı çelmeyi başarmıştı.

Zaman su gibi akıp gitti. Tam olarak nerede onu köpek yavrusundan bir adama çevirdi zihnim bilmiyorum ama onu ablamın ameliyatının ardından her gördüğümde kalbim sıkışmaya, silahtan korkmadığım kadar bu duygudan korkmaya başladım.

Bu korku edindiğim bilgiyle sona erdi.

Ben ilk aşkımı, küçücük kalbimle sevdiğim adamı bulmuştum! Kalbimdeki bu garip duydu korku değildi, ona olan sevgimin ufak bir yansımasıydı.

O bana verdiği sözü tutmuş, bırakın doktor olmayı, profesör olmuştu.

Ben ona olan sözümü tutmuştum. Askeri bırak Yüzbaşı olmayı başarmıştım.

Küçük kalplerimiz bir söz vermişti, ayrılmayacak ve ben onu koruyacak, o benim yaralarımı saracaktı.

Yine tuttuk sözlerimizi, ben ülkemi korurken yaralandım, o ise yaramı sardı.

Beni evlat edinen ailemde nesilden nesile aktarılan bir gelenek vardı. Bunu yapacağımı asla düşünmesemde hayattı bu, asla dedirtmiyordu.

Tatlı yemeyi sevsemde yapmayı beceremeyen ben bir yakma, bir şeker koymayı unutmadan sonra düzgün bir gülüt yapabilmiş, biraz çekinsemde içine koyduğum notla ona verebilmiştim.

Aslında istesem yüzyüze verebilirdim, bekleyecek zamanım vardı ama hayatım boyunca bir kere bile çekinmeyen ben-en azından hatırladığım kadarıyla- ilk defa utanmış, danışmaya verdiğim paketle hızla hastaneden ayrılmıştım.

Genelde ilk adımı hep erkekler atardı, ama bizim ilişkimiz en başından beri genel olmamıştı. Ben sert, duygusuz tarafken o sevimli(?), sevecen ve dost canlısı taraftı.

Siyah ben, beyaz oydu.

Ve iş yine bana düşmüştü.

Çıkma teklifini de ben edecektim. Çünkü sahil kenarından da emin olduğum kadarıyla "seni seviyorum"la başlayan cümlesini kekeleye kekeleye "dünya ahiret bacımsın" ile bitirirdi.

Şunu da söyleyeyim, bacısı felan olmak istemiyordum.

Hastaneden içeri girdiğimde danışmana ilerledim. Yine keki getirdiğim gündeki minyon, sevimli kadın duruyordu.

Alışkanlık haline getirdiğim sert ses tonumla Profesör Doktor Alp Berkay Alkurt'u sordum. Yetimhanedeki isimlerini kullanması beni şaşırtmıştı.

O zamanlar ben duygusal, ağlak bir çocukken o sert ve soğuk taraftı.

Rolleri değiştirmemize rağmen o geçmişini silmemişti.

Rol modelim belki dışardan bakınca bambaşka biri olmuş olsada benim için hala aynıydı.

Pamuk gibi kalbini dışa vuracak kadar korkusuz.

Odasına geldiğimde kapıyı çaldım. İki kere tıklatıp durduğumda çok kısa bir süre sonra 'gel' komutunu verdiğini duydum.

Hızlı içeri girdiğimde garip duruşuyla şaşkınca kapıyı kapattım.

Önündeki masasına kafasını koymuş, hayatı sorguluyor gibi duruyordu.

"Ne için gelmiştin? Ameliyatım yok. Nöbetim de bitmek üzere. Ömer bak sensen ilgilenmiyorum. Defol."

Kahkahamı zar zor turarak bir süre bekledim.

Karşılık gelmediğini görünce derin bir nefes vererek kafasını kaldırdı.

Dalgalı saçları dağılmış, yeni uyandığını belli eden kısık gözleri kızarmıştı.

Beni gördüğünde gözlerini sımsıkı yumup geri açtı.

"Lan!"

Bu sefer tutamadığım kahkahamı saldım. Hala kafasını ilk kaldırdığı halki gibiydi. Şaşkınlığını atmasına izin vermeden bana pek uymayan sevinçli ses tonumla konuşmaya başladım.

"Defolmadan önce bir şey soracağım doktor. Ben ve sen, Yüzbaşı ve doktor, yetimhanedeki küçük kız ve küçük çocuk, biz olalım mı?"

...

Kübra bir tık odun arkadaşlar, onun için bu bile fazla...

Bölüm bir tık uzun oldu gibi ha?

Eee, bölümü nasıl buldunuz???

Gelecek bölümlerde görüşelim♡

Serotonin -Asker & Doktor-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin