Soluk soluğa koşan iki at ve iki genç kızın gülüşmeleri tozlu, topraklı yolda yankılanıyordu. Mahra var gücüyle atını mahmuzlayıp kardeşiyle arasındaki mesafeyi açmıştı. Lina sonunda pes edip atının dizginlerini sıkarak onu yavaşlatmaya çalıştı. At yavaşladığında genç kız kafasını kaldırıp gökyüzüne baktı. Masmaviydi, tek bir bulut yoktu. Sadece koca sarı bir kandil gibi duran güneş vardı mavi berrak gökte. Bu manzara karşısında içi huzurla dolan genç kızın yüzünü bir gülümseme kapladı. Gökyüzünün bu halini seviyordu. Bulutların, kuşların, çığlıkların olmadığı zamanlardaki mavi göğü seviyordu. Silah, tüfek seslerinin, kuş ve insan feryatlarının olduğu gökten nefret ediyordu.
Kara bulutlar gibi etrafını sarmaya başlayan kötü düşüncelerden silkinmek için kafasını iki yana salladı. Huzurlu hissettiği bu dakikaların tadını çıkarmak istiyordu. Birkaç dakika sonra atını mahmuzlayarak sürmeye başladı.
Bir süvari edasıyla atını süren ablasının ardından baktı. Aralarında koca bir açıklık vardı. Elini çabuk tutup ona yetişmesi gerekiyordu, gece basmadan bu ıssız yerden gitmeliydi.
Atının, Esved'inin acı kişnemesini duyunca durmak zorunda kaldı. Ne oluyordu, neden atı acı acı kişniyordu? Çevik bir hareketle atının sırtından inip onu incelemeye başladı. Atın ayağı titriyordu. Atının ayağının neden titrediğine anlam verememişti. Endişeyle dudağını ısırırken etrafı kolaçan etti. Yardım edecek kimse yoktu, ablasının bir nokta gibi görünen siluetinden başka bir şey görünmüyordu. Şimdi ne yapacaktı? Onca yolu yürüyerek gitmesi geceyi bulurdu. Yüzündeki poşuyu açıp derin bir nefes aldı. Alnındaki terleri koluyla silip düşünmeye başladı. Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Poşusuyla tekrar yüzünü kapatıp atının yularından tuttu. Kaybedecek zamanı yoktu. Buradan bir an önce gitmeliydi.
Esved'in yelelerini okşayarak ayak tabanlarının sızlamasını unutmaya çalıştı. Mahra'ya neden uyup bu ıssız yere geldiğini sorgulamak için çok geçti. Onunla buraya gelmesini gerektirecek mantıklı tek bir sebep yoktu. Şu an burada bir başınaydı. O aptal kızın pervasız davranışları canına tak etmişti. Eve vardığında bu yaptığının hesabını soracaktı.
Duyduğu çıtırtı sesiyle gözleri korkuyla etrafı taradı. Çalılıkların arkasından çıkan karaltıyı fark ettiğinde çığlık atmamak için dudaklarını sıkıca birbirine bastırdı. Karanlık bastığı için net olarak göremese de bir erkek olduğu anlaşılıyordu. Bir siyonist askeri olma ihtimali genç kızın korkuyla yutkunmasına sebep oldu. Ay ışığının yardımıyla adamın elindeki silahı gördü. Evet korktuğu başına gelmişti. Şimdi ne yapacaktı? Hiçbir şey olmamış gibi atının yularını çekiştirerek yoluna devam etmeye çalıştı ama kulaklarına dolan sert sesle adımlarını durdurmak zorunda kaldı. Adımları durduğunda atı da ona uyum sağlayıp durmuştu.
"Dur! Dur orda!"
Yabancı adam önüne gelip durdu. Üzerinde İsrail'in askeri üniforması vardı. Ama yüzü İsrailli gibi görünmüyordu. Daha çok Asyalı insanlara benziyordu. Çinli miydi? Çekik gözleri, yuvarlak yüzü ve küçük bir burnu vardı. Tuhaftı, hem de çok tuhaf bir adamdı. Çünkü yüzü bir caninin yüzüne benzemiyordu. Fakat üzerinde taşıdığı üniforma ve elindeki silahla ben bir caniyim diyerek haykırıyordu.
Genç adam da tedirgindi. Silahını doğrulttuğu kişiye belli etmemeye çalışsa da içten içe korku doluydu. Buraya geldiğinden beri ilk kez tek başına göreve çıkmıştı. Doğru yapıp yapmayacağını kestiremiyordu. Bu erkek mi kadın mı olduğu belirsiz kişinin silahının olup olmadığını bile bilmiyordu. Kendisine zarar verebilirdi. Hangi akla hizmet onu durdurmuştu ki bıraksaydı yoluna devam etseydi. Narsist Yahudiler yüzünden neden bir Filistinli ile başını belaya sokacaktı. Derin bir nefes alıp cesur olmaya çalışarak eğitimde kendisine öğretilen talimatları hatırlamaya çalıştı. Evet önce kim olduğunu görmesi gerekiyordu. Sesinin sert tutmaya çalışarak bağırdı.
"Kimsin sen? Yüzünü aç!"
"Sana açıklama yapmak zorunda değilim. Burası benim ülkem, benim topraklarım. Çekil yolumdan."
Genç adam duyduğu sesle yüzünü buruşturdu. Bu bir kadındı. Onunla nasıl dövüşecekti? Bir kadına zarar vermek istemiyordu. Keşke İsrailli kadın askerlerden biri yanımda olsaydı diye içinden geçirdi. Yüzünü açması için onu yine de zorlamalı mıydı? Bu bir Filistinli olsa bile bir kadını istemediği bir şeye zorlamak ona göre değildi. Her ne kadar bu kadın barbar bir ırktan gelmiş olsa da bir kadındı. Kadınlar hiçbir kötülüğü hak etmiyordu. Zavallı annesi hiçbir suçu olmamasına rağmen tanrının yanına gitmişti. Eğer ona hak ettiği değer verilmiş olsaydı, hâlâ yaşıyor olabilirdi. Dylan'ın hayatındaki en değerli varlıktı Park Anna. Ona olan saygı ve sevgisinden dolayı yeryüzündeki tüm kadınları seviyordu. Hepsi de onun gibi masum ve güzeldi. Fakat buraya geldiğinden beri gördüğü kadın askerler bu tezini çürütecek kadar masumluklarını kaybetmişlerdi.
İçindeki duyguları karşısındaki kadına belli etmek istemediği için yüzünü ifadesiz tutmaya çalışarak tekrar sordu.
"Kimsin sen dedim!"
Adamın bağırmasıyla genç kız başını dikleştirip tiksidirek ona baktı. Bu karşısındaki mahluk kendini adamdan mı sayıyordu? Para karşılığında kendi ülkesini bırakıp buraya, mazlum insanlara eziyet etmek için gelen bu insan müsvetlisi, kendisine adam mı diyordu? Genç kız kafasındaki düşünceleri bir kenara bırakıp bir şeyler yapmalıydı. Korkusunu belli etmemeye çalışıyordu ancak deli gibi korkuyordu. Karşısındakini her ne kadar adam olarak görmese de biyolojik olarak bir erkekti. Kendisinden çok daha güçlüydü. Genç kız kaşlarını çatarak cılız bedenine baktı. Giydiği siyah geniş paça pantolonu o kadar boldu ki bacakları içinde kaybolmuş gibiydi. Siyah asker botlarına benzeyen botları minik ayaklarını olduğundan daha büyük göstermişti. Koyu yeşil birkaç beden büyük gelen gömleği ve boynundan yüzüne doğru sardığı poşuyla iyice kamufle etmişti kendisini. Fakat yine de dikkatli bakan biri onun kız olduğunu anlardı. Çünkü kafasındaki başörtüsünü, başına her ne kadar sarık gibi sarmaya çalışsa da bir kadının saçlarını örten zırh olduğu belli oluyordu. O böyle zayıf ve cılızken yapılı bedeniyle duran adama karşı şansının olmadığını görüyordu.
Dylan genç kıza doğru yaklaşıp tekrar bağırdı. "Adın ne?"
Genç kız, adamın yüzünü açması için ısrar etmediğini görünce sevindi. Biliyordu ki karşısındaki yabancı her ne kadar ısrar ederse etsin yüzünü açmayacaktı ama o zamanda daha kötü şeyler yapabilme ihtimali vardı. Lina bu yabancıyla arasındaki mesafenin azalmasına izin vermeyerek iki adım geri çekildi. Ardından dudaklarını aralayıp sertçe konuştu.
"Adım Lina, şimdi bırak beni gideyim."
Genç adam duyduğu isimle şaşırdı. Bu isim çocukluk hayallerindeki kızın ismiydi, melek annesi Park Anna'nın anlattığı masaldaki deniz kızın ismiydi. Bu kızın ismi neden Lina'ydı? Buradaki insanların ismi daha farklı olmalıydı. Arap isimleri genelde aşina olmadığı bambaşka isimlerdi. Düşünmeyi bırakıp karşısındaki kıza baktı. Gitmesine izin verse ve bu duyulsa başı derde girebilirdi. Yalnız çıktığı ilk görevinin fiyaskoyla bitmesini istemiyordu.
"Kimsin, bu saatte ne arıyorsun burada?"
"Görmüyor musun? Atım ayağını yaraladı.."
Genç adam, kızın arkasındaki safkan arap atına baktı. Siyah yeleleriyle ihtişamlı bir attı. Ama ne yazık ki bu güzel atın sol ön ayağı titriyordu. Atlardan hiçbir şey anlamadığı için atın ayağının titremesine de bir anlam verememişti. Yanlış yaptığını bile bile kızın önünden çekilip daha yumuşak bir sesle konuştu.
"Yardım ister misin?"
Lina, duyduğu cümleyle adama şaşkınlıkla baktı. Bunlar insan mıydı ki önünden çekiliıp gitmesi için izin veriyordu? Üstelik yardım da teklif ediyordu. Bu çok garipti. Ancak şu an bunu sorgulayacak değildi. Kurtulmuş olma düşüncesiyle gülümseyip atının yularını çekiştirerek aceleyle yoluna devam etti.
Genç adam, kızın hiçbir şey söylemeyip yürümesiyle dişlerini sıktı. Bunlar gerçekten de yabani insanlardı. Kıza yardım teklif etmesine rağmen, kız bir teşekkür bile etmeden bir yaban ceylanı gibi sekerek yanından uzaklaşıyordu. Genç adam yaptığı benzetmeyle yüzünü buruşturarak arkasında kalmış olduğu kıza seslendi.
"Yaban ceylanı, seni bir daha burada görmek istemiyorum."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİNA
Teen FictionLina arkasına dönüp baktığında onu bıraktığı yerde dizlerinin üzerine çökmüş, kendisine baktığını gördü. Aralarında bir hayli açılmış mesafeden dolayı yüzünü net göremese de toprağa bulandığını ve bakışlarındaki hayal kırıklığını seçebiliyordu. Kalb...