Esen rüzgar genç adamın iliklerini titretirken montunun yakalarını bir araya getirdi. Üşüyordu. Isınmak için çabalıyordu. Lakin bu çabasının nafile olduğunu biliyordu. Çünkü üşüyen sadece bedeni değildi. Ruhu da üşüyordu. Ruhu buz tutmuştu. Ruhunu ısıtmak için fazla acemiydi. Sığınacak bir kapı bulamıyordu. Derin bir nefes alıp ciğerlerine çekti. Önünde duran tek bir yol vardı. Buradan gitmek! Burada kalması için bir sebebi yoktu. İsrail'den de babasından da nefret ediyordu. Babası onu dinlemeden azarlamıştı her zamanki gibi. Bu da yetmezmiş gibi bir başkasının yanında ona tokat atmıştı, küçük düşürücü sözlerle oğlunun gururunu yerle bir etmişti. Artık onu sevmek için kendisini zorlamayacaktı. Çünkü sevgisini değil de nefretini hak ediyordu. İki yüzlü çıkarcı bir adamdı. Tıpkı İsrail denilen bu yer gibi. Filistin’in üzerine kurulmuş iki yüzlü bir memleketti.
Dylan sıcak kahve bardığını yüzüne yaklaştırıp sıcak buharın çenesini yalamasını sağladı. Ardından sıcak kahveden büyük bir yudum alıp sinirle homurdandı. Bu soğukta onu beklemek oldukça sinir bozucuydu. Babası Yahudi dostlarına yaranmak için ağlama duvarına gitmiş, dua ediyordu. Dylan'ı oraya götürmeye layık görmemiş olacak ki uzakta beklemesini söylemişti.
“Sanki çok da meraklıydım aptal bir duvarın önünde durup rol yapmayı.”
Kendi kendisine söylenirken pahalı kabanın içindeki orta yaşlardaki babasını ve yanındaki üniformalı yüksek rütbeli askerleri gördüğünde aceleyle elindeki karton bardağı çöpe atıp üstüne başına çeki düzen verdi. Bunu yaparken bir anlığına kendisinden tiksinmişti. Çünkü biraz önce eleştirdiği babası gibi samimiyetsiz davranıyordu. Ama yapacak bir şeyi yoktu. Ayaklarındaki prangaları bir anda çıkarıp atmak kolay değildi. Bunu yapabilmek için aşırı dozda cesarete veya aklını kaybetmiş olmasına ihtiyacı vardı. İçinden küfrederken yüzüne yerleştirdiği samimiyetsiz gülüşle sevgili(!) babasını karşılamak için yolu adımlamaya başladı.
Babası ile göz göze geldiğinde gözlerindeki soğuk ifadeye hiç şaşırmamıştı. Babası soğuk bakışlarını ondan çekip yanında konuşan adama döndü. Adamın söylediklerine karşılık kahkaha atmaya başladı. Dylan yapmacık, sevgisiz bir kahkaha diye düşündü. Artık babasını tanıyordu. Yüz ifadelerini çözebiliyordu. Yüzüne taktığı maskenin ardındaki gerçek kişiyi görebiliyordu. Büyümüştü, babasının sevgisine ihtiyaç duyan o küçük çocuk değildi artık. Kimseye ihtiyacı yoktu. Buradan gidecekti. Lanet İsrail veya Filistin her ne haltsa umrunda değildi. Onun davası değildi. Kore'ye gidecekti. Annesini tanımak istiyordu. Onun hakkındaki gerçekleri öğrenmek istiyordu. Babasının yalanlarına doymuştu. Tanrı biliyordu ki babasının tüm söyledikleri yalandı. Anneannesi hakkında söyledikleri de palavra olmalıydı. Yıllarca ona inandığı için aptal olmalıydı. Aslında babasının küçümseyici, yargılayıcı bakışları altında büyümüştü, bir şeylerin yanlış olduğunu her zaman hissetmişti ama yine de inanmak istemişti. Ondan vazgeçmek istememişti. Onu sevmeye çalıştıkça küçük kalbi yaralanmıştı. Artık yorulmuştu. Asla kazanamayacağı bir sevgi için mücadele etmeyi bırakacaktı.
Dylan'ın zihnine yıldırım gibi düşen soru ile adımları durmuştu. Sanki birisi ayaklarını yere çivilemişti de yürüyemiyordu. Zihninde dolaşan bu düşünce yüzünden bağırarak lanetler okumak istiyordu kendisine. Bu olamazdı, olmamalıydı. Yine alamayacağı bir sevginin peşine düşmüştü. O kızın sevgisini kazanmak istemesi de aptallıktı. Şu an zihnine dolan soru buydu:
''Köpük kızın sevgisi için de mücadele etmeyi bırakacak mısın?"
Neden mücadele etmesi gerekiyordu? O kızı gerçekten seviyor muydu? Hayır hayır, o Müslümandı, bir Filistinli'ydi. Onu sevmesi mümkün değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LİNA
Teen FictionLina arkasına dönüp baktığında onu bıraktığı yerde dizlerinin üzerine çökmüş, kendisine baktığını gördü. Aralarında bir hayli açılmış mesafeden dolayı yüzünü net göremese de toprağa bulandığını ve bakışlarındaki hayal kırıklığını seçebiliyordu. Kalb...