17- Sessizlik

1.9K 224 37
                                    

Genç kız sıkıca yumduğu ellerini açıp avuçlarının içine baktı. Ellerindeki kızıllıklar ona hüzünden başka bir şey ifade etmiyordu. Tanımadığı bir adamla hayatını birleştirmek zorunda kalmış olması kalbini acıtıyordu.
Usulca yanağından süzülen göz yaşının uzun bir yol almasına izin vermeden, kınalı parmaklarını üzerine bastırıp sildi.
Ağlamayacaktı...
Ellerini yüzüne kapatıp düşünmeye başladı. Belki de böylesi herkes için daha iyi olacaktı. O iyi biriydi. Pek tanımasa da onu, iyi biri olduğunu düşünüyordu. İstemediğini söylese ailesi üzülecekti. Sevdiklerinin mutluluğu için kendisini feda edebilirdi, buna hazırdı. Bu yaşına kadar en iyi öğrendiği şey; fedakarlık yapmak değil miydi? Filistin ona fedakâr olmayı öğretmişti. Diğer insanlar gibi normal bir hayatı ve hayalleri yoktu. Tek bir hayali vardı, Filistin'de özgürce yaşamak. Bunun için her şeyini feda edebilirdi.
Bu yüzden oturup ağlamayacaktı, ağlamamalıydı. Aksa'nın gözyaşları dinmemişken ağlayamazdı. Buna hakkı yoktu. Güçlü olup Kudüs için mücadele etmeliydi. Eğer babası onun için Ali Ömer'i uygun görmüşse buna karşı çıkacak değildi. Babasının bugüne kadar yanlış bir karar verdiğine şahit olmamıştı. Biliyordu ki babası bu sefer de onun iyiliğini düşünerek böyle bir istekte bulunmuştu.
Odaya giren Lina, ablasının pencereye karşı oturduğunu görünce gülümsedi. Ama bu gülümseme uzun süre yüzünde yer edemedi. Ablasının elleriyle yüzünü kapatmış olduğunu fark ettiğinde endişelenmişti. Ne olduğunu anlamaya çalışarak ablasının yanına yaklaştı.

"Mahra! Sen ağlıyor musun?"

Mahra irkilerek ellerini yüzünden çekip arkasına döndü ve Lina ile göz göze geldi. Düşüncelere o kadar çok dalmıştı ki odaya birinin girdiğini fark etmemişti.

''H-hayır, neden ağlayayım ki bugün düğünüm var.'' Sesi titrerken yüzüne zoraki bir gülümseme kondurdu. ''Mutlu olmam gerekiyor değil mi? Mutluyum."

Lina, Mahra'ya dikkatle baktı. Ablasının üzgün olduğunu görebiliyordu ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Çünkü ne zaman sorsa Mahra iyi olduğunu söylüyordu.
"Onunla evlenmek istemiyorsan babama söyleyebiliriz. Bunun için hâlâ zamanımız var. Kendini hiçbir şey için mecbur hissetmemelisin."

"Hayır Lina, o iyi biri. Neden evlenmek istemeyeyim?"

Lina kafasını iki yana sallayarak yatağın üzerine oturdu. Ablasının mutlu olmadığını biliyordu. Kim tanımadığı biriyle evlenirken mutlu olurdu? Ablası bu evliliği kabul ettiği için kafayı yemiş olmalıydı. Zaten nasıl kabul ettiğini anlayamıyordu. Her şeye karşı çıkan Mahra bu evliliği sorgusuz sualsiz, sırf babası istedi diye kabul etmişti. Bu işte bir iş vardı ama Lina'nın aklı almıyordu. Olanların nasıl bu aşamaya geldiğini anlamakta güçlük çekiyordu. Her şey tekrar yasak bölgeye gitmesiyle başlamıştı. Çekik gözlü siyonisti bulmak istemeseydi, ablası böyle bir durumda olmazdı. Kendi aptallığının bedelini ablası ödüyordu. Lina kendisini suçlamadan duramıyordu.

*

Ali Ömer, kendisine verilen evrakları alıp ceketinin iç cebine koydu. Şu an evli bir adamdı, nikahı kıyılmış, düğünü yapılıyordu. Bu çok tuhaftı. Bu şekilde olacağını hiç düşünmemişti. Ailesi yanında yoktu. Sadece birkaç ay kaldığı bu yabancı topraklarda hiç tanımadığı biriyle nikahı kıyılmıştı. Bunu neden kendisine yapmıştı? Neden bilmediği bu çıkmaz yola girmişti? Çocuk da değildi ki kocaman yetişkin bir adamdı. Evlilik gibi önemli bir konuya böyle atlamak delilikti. İki hafta önce Mahmut efendi Mahra ile evlenmesini teklif ettiğinde kabul etmemişti. Ama sonra umutsuzca sevdiği Sümeyra'yı unutmak için bir yol olduğunu düşünerek kabul etmişti. Fakat vicdanı hiç rahat değildi. Mahra'ya büyük bir haksızlık yaptığını anlıyordu şimdi. Onu yara bandı gibi kullanmıştı. Düşünmekten başına ağrı girmişti. Mahra'nın ailesine evlenmeyi kabul ettiğini söyledikten sonra kendi ailesine söylemeye karar vermişti. Babasının tepkisinden çekindiği için önce çok sevdiği arkadaşı İsa amcasına söyleyip ondan babasını yumuşatmasını istemişti. Fakat taktiği bir işe yaramamıştı. Babası mecburi bir kabulleniş gösterse de kız kardeşi onunla büyük bir kavga edip Sümeyra'dan bahsetmişti. Sümeyra bu haberden sonra perişan olmuştu. Ali Ömer, Sümeyra'nın da kendisini sevdiğini öğrendikten sonra önce çok şaşırmış sonra da onu üzmeye kıyamayıp evlenmekten vazgeçmek istemişti. Bunu gerçekten istemişti. Sümeyra ile kedi köpek gibi didiştikleri anları hatırladı. Sırf isminin manasından dolayı onu sinirlendirmek için esmercik diye seslendiği günlere gitti. Ona ve Alya'ya dondurma aldığı çocukluk günlerine gitti. Ama yapmadı, yapamadı. İçinde bir yerlerde Sümeyra ile olamayacağını hissediyordu. Kalbi tanımadığı bu Filistinli kız ile olması gerektiğini fısıldıyor gibiydi. Basireti bağlanmış gibi hiçbir şey söylemeyip dışarıdan izliyordu kendi hayatını. Belki de kendisine acı çektirmekten zevk alıyordu. Aşık olduğu kızı kalbi kırık ardında bırakıp yüzünü bile doğru dürüst görmediği bir kıza gitmesinin başka bir açıklaması olamazdı. Aptaldı. Sonu meçhul olan bu yola kendi rızasıyla girmişti. Zeyd ve Erdem'in ısrarlarıyla özenle yaptırmış olduğu saçlarının bozulmasını umursamadan parmaklarını geçirdi. Artık varsayımları düşünmeyi kesmeliydi. Hayatına bir kadın girmişti. Kalbi başkasıyla doluyken onu hayatına alması yetmiyormuş gibi bir de onu mutsuz yapmaya hakkı yoktu. Bu haksızlığı telafi etmek için onu gerçekten sevmeliydi. Sümeyra'yı önceden nasıl kız kardeşinin arkadaşı ve İsa amcasının kızı olarak görüyorduysa şimdi de öyle olmalıydı. Kalbini Mahra'ya sunacaktı.

LİNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin