18- Yok Oluş

1.9K 221 41
                                        

Genç adam ne olduğunu anlamaya çalışarak etrafına bakıyordu. Daha önce böyle bir manzaraya şahit olmamıştı. Sadece televizyonda ve internette böyle dehşet verici görüntüler görmüştü. Ancak bizzat içinde olmayı tahayyül bile edememişti. Düşünme yetisini yitirmiş gibi boş gözlerle etrafındaki kargaşayı izliyordu. Çocukların ağlayışı, erkeklerin koşuşturması her şey bir uğultu gibi geliyordu kulaklarına. Göz açıp kapayana kadar birbirine girmişti her şey.

"Ali, Ali Ömer! İyi misin? Ali kendine gel!"

Kara gözlerini üzerine dikmiş bağıran çocuğu hatırlamaya çalışarak birkaç saniye yüzüne baktı. Beyni işlevini yitirmiş gibi ağır çalışıyordu. Omuzlarından sarsıldığında bir adım geri çekilip Nevfel'in yüzüne baktı.

Nevfel kaşlarını çatmış, dikkatle Ali Ömer'in yüzüne bakarken tekrar sordu.
"İyi misin Ali?"

Ali Ömer kafasını iki yana salladı. İyi değildi. Göğsünde bir ağırlık varmış gibi nefes almakta zorlanıyordu. Bayılacakmış gibi hissediyordu. Derin derin nefes almaya çalıştı. Kendine gelmeliydi. Uğuldayan sol kulağını tutarak kendisini çekiştiren çocuğun yüzüne baktı. Gözlerinde acı ve korku vardı.

''Gidelim Ali. Buradan gidelim hemen.''

Gözlerini birkaç saniye yumup kendine gelmeye çalıştı. Beyni bir silsile gibi olayları idrak etmeye başladı. Kendi düğünüydü ve bir patlama gerçekleşmişti. O yeri sarsan çıngıraklı ses, bomba sesiydi. Erdem, Zeyd, Mahra ve diğerleri neredeydi?
"Nevfel diğerleri nerede? Erdem ve Zeyd ile birlikteydik. Onlar nerede?''

Gözyaşları akarken Nevfel'in gömleğinden tutarak çocuğu sarsmaya başladı.
''Ya Mahra? O nerede? Herkes iyi mi Nevfel?''

Nevfel dolan gözlerini silip titreyen sesiyle konuştu.
''Herkes seni arıyor. Mahra'ya götüreceğim seni.''

Ali Ömer başını sallayıp Nevfel'i takip etti. Birlikte kargaşayı aşıp bir eve gittiler. Nefvel bir odanın kapısını açıp Ali Ömer'in içeri girmesi için geri çekildi. Ali Ömer korku ve şaşkınlıkla içeri girdiğinde yatakta yatan bir beden gördü. Yanına yaklaştığında Mahra olduğunu gördü. Ali Ömer dizlerinin bağı çözülmüş gibi yere yığıldı. Nefes alışverişleri hızlanmış iç çekerek ağlıyordu. Neler olduğunu anlayamıyordu. Neden düğünü bir kabusa dönmüştü? Mahra'ya ne olmuştu? Arkadaşları neredeydi? Düşündükçe ağlaması şiddetleniyordu.

"Ali!"
Mahra'nın güçsüz çıkan sesiyle bakışlarını aceleyle ona çevirdi. Kendini toparlamaya çalışarak hızla birkaç adım atıp yatağın yanına yaklaştı.
''İyi misin?"
Genç kadın gözlerinden akan yaşlarla birlikte kafasını iki yana salladı. İyi değildi. Canından bir canı kaybetmişti. Burnunu çekerek "Patlamanın olduğu alana çok..."
Mahra hıçkırıkları yüzünden cümlesini devam ettiremedi. Ali Ömer endişeyle yatağın kenarına oturup kollarını titreyen bedenine sardı.
''Geçti buradayım, yanındayım.''

Ali Ömer'in kolları put gibi dururken ağlaması şiddetlenmişti. Kollarını kaldıracak dermanı olmasa da çenesini Ali Ömer'in omzuna yasladı. Hıçkırıklarının arasından "Geçmeyecek Ali.. Küçük kardeşim öldü. Onu düğün günümde kaybettim. Patlama alanına çok yakınlarmış.''

Ali Ömer duyduklarının üzüntüsüyle Mahra'yı iyice sardı. Sırtını nazik hareketlerle sıvazlayıp sakinleştirmeye çalıştı. Kaybetmenin ne demek olduğunu iyi biliyordu. Mahra haklıydı geçmiyordu. Ama insan o acıyla yaşamayı öğrenip tekrar gülüp mutlu olabiliyordu. Allah insana bir şekilde dayanma gücü veriyordu. Mahra da iyi olacaktı. Ali Ömer yanında olup iyi olması için ona elinden gelen desteği fazlasıyla gösterecekti. Onu gördüğü ilk anı hatırlıyordu. Zeyd ile gezerken onun  kardeşi Amr ile sapanlarla şişeleri vurduğunu görmüştü. Mahra vurduğu hiçbir şişeyi ıskalamadığı için Ali Ömer'in dikkatini çekmişti. Ali Ömer gözü kara Filistin kızını merak edip Zeyd'e kim olduğunu sorup Mahra olduğunu öğrenmişti. Poşuyla kapatmış olduğu yüzünde sadece büyük kahverengi güzel gözleri görünüyordu.
Ali Ömer ağır bir şekilde yutkundu ve gözlerini kapattı. Bu acı çok fazlaydı. Lâkin ölüm kaçışı olmayan bir gerçekti.
Bir müddet sonra Mahra ağlamayı bırakmış, sadece kesik kesik hıçkırıkları devam ediyordu. Ali Ömer ne yapacağını bilmiyordu. Mahra'yı nasıl teselli edeceğine dair bir fikri yoktu. Boğazını temizleyerek bir şeyler söylemeye çalıştı.
"Biliyorum, şu an acın çok büyük. Bu yüzden ağla, istediğin kadar ağlayabilirsin. Ben yanındayım."
Yatağa uzanmasına yardım edip ''Hadi biraz uyu." Dedi. Mahra gözünden akan yaşları silip gözlerini yumdu. Ali Ömer Mahra'nın uyuduğundan emin olduktan sonra diğerlerine bakmak için odadan çıktı. Kapısı açık bir başka odanın önüne gelince konuşma seslerini duydu.

"Büyük bir cenaze töreni düzenlenecek. Hepimiz sokağa döküleceğiz. Bunun bedelini ödeyecekler. Şeyh Khaleel buna sessiz kalmayacaklarını söyledi. Kahrolasıca Siyonizm şehitlerimizin bedelini ödeyecek. Üç genç fidanımızın kanını döktüler. Sessiz kalamayız.''

Ali Ömer üzüntüyle başını eğdi. Demek Amr ile birlikte iki kişi daha vefat etmişti. Hiçbir suçları ve günahları olmadan Siyonizm'in kanlı çarkında canları gitmişti.

''Ömer!"

Kendisine seslenen yorgun sesle arkasına dönüp baktı. Zeyd ve Erdem gözleri mutlulukla parlayarak ona doğru geldiler. Erdem kollarını iki yana açıp sıkıca arkadaşına sarıldı. Birbirlerinden ayrıldıkların da Erdem sabırsız ve endişeli bir sesle konuştu.

"O hangamede seni kaybettik. Ama seni ararken Nevfel ile karşılaştım ve garip davrandığını söyledi. İyisin değil mi?"

Ali Ömer onu onaylayarak kafasını salladı. Birbirinden ayrıldıklarında Ali Ömer ile Zeyd göz göze geldiler. Zeyd'in kara gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü. Ali Ömer ona yaklaşıp sarıldığında Zeyd kendisini tutamayarak hıçkırdı. Gözyaşları akarken fısıltıyla konuştu.
''Özür dilerim kardeşim. Benim yüzümden neredeyse hayatını kaybediyordun. Sizi kendimle birlikte buraya sürüklememeliydim. Sana veya Erdem'e bir şey olsaydı kendimi asla affetmezdim.''

Bir kez daha Siyonizm'e kurban vermişti. Artık kaldıramıyordu bu yükü. Filistin toprakları daha ne kadar masumların kanlarıyla ıslanacaktı bilmiyordu. Bu bilinmezlik ve çaresizlik hissi onu delirtiyordu. Babası onu önce Ürdün'e, daha sonra Türkiye'ye gönderdiğinde küçük bir çocuk gibi bağırarak ağlamıştı. Filistin'e arkasını dönüp gitmek istememişti. Ona ihanet ediyormuş gibi hissetmişti. Ama babası onu ikna etmeyi başarmıştı. Filistin'in güçlü bir Zeyd'e ihtiyacı vardı ve Zeyd de bunun için fazlasıyla emek vermişti. Türkiye'de Tıp Fakültesi'ni birincilikle okuyordu. Mezun olur olmaz Filistin'e temelli dönecek ve burada çalışacaktı. Ancak Siyonistler benliğini yok ediyorlardı. Sevdikleri elinden kayıp gidiyordu. İçindeki umut filizleri de benliği gibi yavaş yavaş yok olup gidiyordu.

Ali Ömer'in içi parçalanırken Zeyd'den ayrılıp yüzüne baktı ve burukça gülümsedi.

"Zeyd Zeyd, sen neler söylüyorsun böyle? Biz küçük çocuklar mıyız da sen bizi sürükleyip buraya getiriyorsun?"

Erdem'e küçük bir bakış atıp tekrar Zeyd'e döndü. ''Sen hayatımıza hiç girmemiş olsaydın da biz Filistin'i, Kudüs'ü ziyaret etmeye gelecektik bir gün. Çünkü biz zaten Kudüs aşkıyla yanıp tutuşuyorduk. Biz Müslümanız ve Kudüs sevip inandığımız birçok peygamberin yaşadığı mübarek bir belde. Peygamber efendimizin bir gecede ziyaret edip mis kokusunu ona armağan edip miraç ettiği duraktı. Biz neden bu kutlu beldeyi görmekten mahrum kalalım? Üstelik zulüm ve esaret altında bizi beklediğini bile bile nasıl yerimizde durabilirdik. Kudüs sahipsiz olmadığını o sözde devlete göstermemiz gerekiyor.

"Zeyd üzüldüğü için sağlıklı düşünemiyor. Sağlıklı düşündüğünde kendisine büyük bir özür borçlandığını anlayacak.''

Ali Ömer ve Erdem bjr birbirlerini desteklerken Zeyd kollarını iki arkadaşının omuzlarına atıp içten bir şekilde gülümsedi. ''İyi ki sizin gibi dostlara sahibim."

LİNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin