3- İki Büyük Adam

3.9K 407 51
                                    

Üç arkadaş yorgun adımlarla ayaklarının altındaki toprağı ezerek yürüyorlardı. Kavurucu sıcaklığıyla güneşin altında yürümek oldukça yorucuydu. Gökte tek bir bulut yoktu. Gökyüzü sonsuz bir mavilik gibi görünüyordu. Güneş, çok parlaktı. Bu parlaklık yüzünden, Ali Ömer gözlerini kısmak zorunda kalmıştı. Gözlerini kısarak ucu bucağı görünmeyen mavi göğe bakıyordu. Gökteki mavilik, sebepsizce içinin huzurla dolmasını sağlıyordu. Halbuki huzursuzdu, birileri tarafından kısıtlanmak huzursuz hissetmesine sebep olmuştu. İstediğini elde edememek, içini öfkeyle doldurmuştu.

"Belki bir iki bulut olsaydı daha iyi olabilirdi."

Hissettiklerinin aksine dudaklarından karşıt bir cümle dökülmüştü. Havanın durumuna göre konuşmuştu. Mavi gök güzeldi ancak her şey güzellik demek değildi. Bulutlar olsaydı daha serin olurdu. Hava bu kadar sıcak olmazdı. Sıcağı severdi ama aşırı olmadığı müddetçe. Öyle sıcaktı ki yumurta taşın üzerine kırılsa pişerdi.
Erdem, kolunu Zeyd'in omzuna atıp ağırlığını ona vererek Ali Ömer'in yüzüne baktı. O da onun gibi düşünüyordu. Hava bulutlu olsaydı, daha güzel olurdu. En azından her an beyni kaynayacakmış gibi hissetmezdi.

"Haklısın. Olsaydı güzel olurdu ama talihimizde sıcak bir güneş varmış."

Zeyd, söylenerek Erdem'in kolunu itmeye çalıştı.
"Bulutları güneşi boşverin. Ben de çok yoruldum Erdem. Zaten senin payına düşen işin çoğunu da ben yaptım. Üstüne seni de taşımam haksızlık olmaz mı?"

Erdem gülerken terden alnına yapışan sarı saçlarını, eliyle çekiştirdi.
"Eğer zeytin toplamanın bu kadar yorucu olacağını söylemiş olsaydın, seninle tarlaya gelmezdim. Annenin bizim için hazırladığı yemekleri akşama kadar tıkınır, mis gibi zaman geçirirdim. Ama sen bana zeytin toplamak çok eğlenceli dedin. Beni kandırdın.''

Zeyd gülerek omuz silkti. Erdem'in sakin bir şekilde oturup tüm gün yemek yemeceğini biliyordu. Onun da, Ali Ömer'in de bir şeylerle meşgul olup zihinlerini boşaltmalarına ihtiyaçları vardı. Eğer tüm gün, gerçekten de evde dursalardı, daha çok düşünüp üzüleceklerdi. Yaşadıkları şey kolay hazmedilir değildi. Siyonistlerin Mescid-i Aksa'ya girmelerine izin vermemelerini hazmetmek kolay değildi. Kudüs'e varır varmaz Aksa'yı ziyaret etmek istemişlerdi. Ancak siyonistler hiçbir hakları olmamasına rağmen ellerindeki zorbalıklarla alınmış, sahte yetkilerle onlara izin vermemişlerdi.
Zeyd onlarla mücadele ederdi, onlardan korkmuyordu. Gözü kara, cesur bir insandı. Ama arkadaşlarını düşünmüştü. Başka bir ülkeden, misafirliğine gelmiş arkadaşlarının hayatlarını tehlikeye atmak istememişti. Siyonistler zorbaydı. Onlar adına sahte suçlar üretip onları göz altına alabilirlerdi. Zeyd onları korumak için Siyonistlerle tartışmamıştı.
Ali Ömer'in sesini duyduğunda, daldığı düşünceler girdabında gezinmeyi bırakıp ne söylediğine dikkatini verdi.

"Öyle deme Erdem. Hayatında ilk defa zeytin topladın. Güzel bir tecrübe kazanmış oldun."

Zeyd, Ali Ömer'in Erdem ile uğraştığını fark edince ona katılarak Erdem'in omzundaki kolunu sıkarken söze atıldı.

"Ne güzel konuştun Ali. Erdem'in eli ilk defa iş tuttu. Bana teşekkür etmesi gerekirken biir de söyleniyor."

Erdem kaşlarını çatarak kendisiyle uğraşan arkadaşlarına baktı.
''Söylediklerinize gülmek isterdim ama kusura bakmayın çocuklar, komik değilsiniz."

Genç adam, gülüşüp şakalaşan arkadaşlarına baktı. Şu an, onlarla gülüşürken iyi hissediyordu. Dün gece duyduğu öfkeden dolayı uyku tutmamıştı. Sabaha kadar ne yapabileceğini düşünmüştü. Olanlara karşı bir şey yapamamak zoruna gidiyordu. Zeytin toplarken bu sinir bozucu, nahoş durum aklından çıkmıştı. Ancak şimdi tekrar düşünce girdabına girmiş, öfkeleniyordu. Ne hakla Mescid-i Aksa'yı ziyaret etmelerine engel olurlardı, aklı almıyordu. Önüne çıkan küçük bir taşa tekme atarken içini yakan gerçekler yüzünden dudaklarından bir ahın firar etmesine engel olamadı.

"Ne oldu Ali?"

Ali Ömer, başını dikleştirerek içindeki ateşin harlanıp dudaklarından dökülmesine izin verdi.
"Biz buraya kutlu belde Kudüs'ü, ilk kıblemiz olan Aksa'yı ziyaret etmeye geldik. Ama buna izin vermiyorlar. Çıldıracağım, ne hakla bize izin vermezler, anlamıyorum."

Erdem'in düşen yüzünden bakışlarını ayırıp ona hüzünle bakan Zeyd'in gözlerine dikti kara gözlerini.
"Bunlara nasıl sabrediyorsunuz Zeyd? Bu pislikler, istedikleri gibi hareket ederken, size yaptıklarına nasıl sabrediyorsunuz?"

Zeyd başını dikleştirerek dudaklarını araladı.
''Evet, haklısın, sabrediyoruz kardeşim, ancak tevekkül ediyoruz. Siyonizm ile mücadele etmeyi asla bırakmadık, bırakmayacağız. Burada kalacağız diyerek onlarla savaşıyoruz ve savaşmaya da devam edeceğiz. Bizden evlerimizi onlara satmamızı istiyorlar. Satmayınca da zorbalıklarla elimizden alıyorlar. Evlerimizi boşalttırıp Yahudi aileler yerleştiriyorlar. Biz topraklarımızı onlara bırakmaktansa ölümü yeğliyoruz."

Zeyd susup derin bir nefes aldı ardından sesine yansıyan inanç ve gözlerinde bir ateş gibi yanan kararlılıkla devam etti. ''Bir gün bu bitecek. Hak, batıla gâlebe çalacak. İnanıyorum ki sizin gibi, Abdülhamid Han'ın torunlarının da yardımıyla Aksa özgürleşecek, Filistin'in gözyaşları dinecek."

Genç adam, Zeyd'in söylediklerine yürekten inanıyordu. Onlar islamiyetin buram buram koktuğu bu toprakları ziyaret etmek için buraya gelmişlerdi. Bu mukaddes toprakları ne siyonistlere, ne haçlılara, ne de başka çapulculara bırakacak değillerdi. Siyonistlere, Beytü'l Makdis'in, Kudüs'ün, Mescid-i Aksa'nın, Kubbetü's Sahra'nın sahipsiz olmadığını göstereceklerdi. Orada namaz kılmak, Müslümanların hakkıydı.
Ali Ömer gözlerine batan yaşları daha fazla tutamadığını görünce avuçlarıyla yüzünü kapatmaya çalıştı. Arkadaşlarının karşısında ağlamak istemiyordu. O herkesten gizlice ağlardı. Gözyaşlarını kimseye göstermezdi. Fakat bu birkaç günde yaşadığı duygu değişimlerinden dolayı duygusal bir patlama yaşıyordu. Siyonistlerin Beytülmakdis'e girmelerini engellemesi sinirlenmesine ve aciz hisssetmesine sebep olmuştu.

"Ali Ömer! Sakin olup dik durmalısın. İki büyük adamın ismini taşıyorsun. Bu küçük engelde yıkılmak olmaz. Tekrar deneyeceğiz.''

Omzunu sıvazlayan Zeyd'den kurtulup parmaklarıyla, yanaklarından çenesine doğru yuvarlanan gözyaşlarını sildi. Zeyd haklıydı. Bu ismi taşımaya layık olmalıydı. Öyle kolay değildi bu ismi taşımak. İki büyük adam, iki yiğit, iki gözü kara sahabinin ismini taşımak; bir lütuf ve aynı zamanda da bir külfetti.
Ali Ömer; Hz. Ömer, adaletin simgesi olan büyük sahabi. Hz. Ali, ilimde derya olan büyük sahabi. Aşere-i Mübeşereden Rasûlullah'a en yakın sahabelerden, iki büyük sahabinin adını taşımak kolay mıydı?
Ali Ömer, bu isimlerin hakkını vermeliydi. Bu isimleri taşımaya layık olmalıydı.

Erdem kolunu Ali Ömer'in omzuna atıp kafasını kendine yaklaştırarak konuştu.
''Ömer'im, gözlerinden akan her bir damla ile İsrail'i boğacağım. Zeyd haklı, tekrar gidelim. Bu sefer mutlaka ziyaret edeceğiz."

Üç arkadaş topraklı yolda yürümeye devam ederken istedikleri tek bir şey vardı. Bu topraklarda özgür olmaktı. Başkalarının esaretinde, hiç yaşamamışlardı, yaşamayı da kabul edemezlerdi.

LİNAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin