9. Bölüm -

5.1K 553 27
                                    

Hemşirenin dudaklarından dökülen, bir haber değildi. Böylesi bir mevzunun haberi de olmazdı. İnsanlar bunu bir başkasına söylerken bu kadar kolay dökemezdi cümleleri sesinden. Cemil, duydukları ile sadece:

"Gökçe nasıl? "derken Uğur arkadaşının kolunu sımsıkı tutuyordu. Yıllarca hiç eksilmeden birbirlerinin yanında olan bu iki insan en çok da zor zamanların dostluğu denen erdemine sahiplerdi. Cemil de yapmıştı bir zamanlar, Uğur'un hayatının en zor zamanında, Azra'dan vazgeçmek zorunda kaldığı o zamanlarda yanında olmayı görev gibi itaatle sürdürerek. Olacaktı, olmalıydı!

Hemşire, az evvelki sakinliğini koruyarak Gökçe'nin iyi olduğu haberini verirken ameliyat asansörü ile odasına alınacağı söyledi. Öyle ya, Cemil'in karısı, hayatında sahip olduğu ailesiydi Gökçe. Hemşireden izin isteyip ameliyathaneye girerken odasına çıkacak olan karısının elini tutmak niyetindeydi. Uğur ile Azra'yı kapının diğer tarafında bırakırken düşünmedi bile onları bir an. Ancak Azra aldığı haberle hiç ummadığı kadar sarsılmış, Gökçe'nin hep hayalim dediği şeyin, bir canın kaybını kendi kaybı kadar hissetmişti yüreğinde. Yanlarından ayrılmakta olan hemşireye yönelip:

"Ben bebeği görebilir miyim? " dediğinde ise aklında bu bile yoktu Azra'nın. Hemşire bebeğin nesi olduğunu sorduğunda bile bir cevabı vardı Azra'nın. O küçük bebeğin teyzesiydi Azra. Üniversite yıllarından kalma herhangi bir arkadaşlık gibi değildi ki onlarınki. Azra'nın ayrılığının gözyaşlarına kendi gözyaşlarını katık etmişti Gökçe. Ve Azra sırf Uğur'u unutabilmek adına kaçmıştı Gökçe'den, kendi uzaklaşırken geçmişini de yaşadıklarını da yok edeceğini sanmıştı. Hemşire, onlara ardından gelmesini söylerken önden Azra, ardından da Uğur gitmişti. Merdivenleri inip şifreli otomatik bir kapıdan hemşirenin ardından geçtikten sonra, birkaç ayaklı bebek pusetinin olduğu odanın içinde kuvöz benzeri bir kutunun içinde yemyeşil hastane bezlerine sımsıkı sarılmıştı bebek. Hemşire, zor bir doğum olduğunu, sezaryene almak zorunda kaldıklarını ve bebeğin direkt ölü doğduğunu anlatıyordu. Bu ve benzeri olayları sayısız kez görmüş biri olarak hiç etkilenmeden konuşan hemşireyi, gördükleri bu kadar rahat kılan şeydi. Uğur, bebeği görmek konusunda bir beklentiye sahip olmamakla birlikte neden Azra'nın peşinden gitmişti çok bilmiyordu. Onun için, bu bebeğin ölümünü arkadaşlarının kabullenme aşamasıydı önemli olan, gerisi ise teferruattı. Kaderci anlayışa sahip olmasa da Uğur, çözümü olmayan hayat acılarına karşı dayanıklılık yemini etmiş biriydi. Ya da kendini böyle olduğu konusunda telkin ederek kandırıyordu. Hemşirenin yeşil kundağın içindeki cansız bebek bedenini onlara gösterirkenki aceleciliği arasında, solgun avuç içi kadar bir surat görüp tiz bir çığlık ile elini ağzına götürdü Azra. Ölüme dair ilk gibiydi bu cansız bebek, oysa daha önce ölümü çok daha acımasız yaşamıştı. Yine de bu acı ama gerçek olan hayat parçası daha kuvvetli bir tokat gibi inmişti Azra'nın yüzüne. Genç kadın, birkaç adım geri kaçarken o ölü bebeğin varlığından değil gerçeğinden kaçmak niyetindeydi. Ayaklarının geri gidişi Uğur'un ardında duran geniş bedenine bedeninin çarpışı ile durduğunda gözyaşları artık engel olunacak bir noktada hücum etmemişlerdi. Ağlıyordu! Ve belki de en özlediği şeydi o an, sırtına değen göğsün tesellisi. Arkası dönükken görmediği adam da o yüze bakarken etkilenmiş olabilir miydi, tahmin dahi etmiyordu. Uğur, gördüğü acının seyrine daha fazla katlanamayacağını düşünürken şok içinde göğsüne değen tanıdık bir sıcaklıkla donakalmıştı. Azra'nın gördüğünde yüreğini yangına sürükleyen gözyaşlarının aktığını tahmin edebiliyordu. Parmakları değip silerken onları, ağlamaktan vazgeçirmek için alaya aldığı zamanlardan birinde olsalar, belki yapardı ancak şimdi tesellisi mümkün olmayan bir konumdalardı. Onu orada öylece bırakıp çıktığında otomatik kapının ardında bir an durdu. Azra'yı gözyaşları içinde bıraktığı on iki sene evveli ona sadece kaybetmenin en tahammülsüz tarafını göstermişti. Sonrası, geldiği noktanın çok daha uzağında olmayacak bir hayatın mecburiyeti olmuştu. Neden?

Mücadele etmekten kaçtığı için değil mi? Şimdi nereye gidiyordu, başkasına ait olmuş bir Azra'dan kaçarken neydi istediği. Yapabilecekleri? O iç çekmeli sesi duyduğunda döndü ve Azra'nın bir başına çıktığı odadan gözlerini silerek uzaklaştığını gördü. Ona bakmamıştı bile, varlığı değildi ki zaten o an gururu lüzumlu kılacak. Uğur fazla kin dardı belli ki. Azra için her şey geride kalmış, zengin bir koca bir de veliahdı ile hayatını sürdürür olmuştu. Uğur ise halen tuttuğu yasın siyahında yaşıyordu. Anlık bir kararla sadece yapmak istediğini yapıp seslendi:

"Azra! "



Sesi, sihirli bir değnek misali durdurdu genç kadını. Adı, yıllar sonra yankılandı o sesten gelirken kulağına. Bedenini ondan tarafa çevirirken gözlerinde tazecik peyda ettiği yaşları elinin tersi ile sildi. O yaşlar pek duracak gibi değildi, bir çift mavi engin ona takılı kalmışken. Uğur, ağır adımlarla yaklaşırken yanına bir kez daha ve bir kez daha sildi yanaklarını. Ağlamak içinde kaynayıp kaynayıp taşan bir duygu seliydi o an. Ne maskeleri vardı ne de ihtiyaç duyacağı sahte tebessümü Azra'nın...

"Gidiyor musun?"

Gidecekti tabi, kalamazdı. Kalabilmiş olsaydı yıllar önce kalırdı zaten. Ait olduğu hayatı hayallerinin çok ötesindeydi. Bir oğlu, bir evi ve bir kocası vardı. Bir cevap vermek için dudaklarını aralasa da gözyaşları firarda iken onu konuşturmuyorlardı. Bir anda çağladı ve aklını kaybetmişcesine yüzünü Uğur'un göğsüne kapadı. Kokusu tanıdıktı; hiç gitmemiş gibi, hep onunmuş gibi. Halbuki biliyordu; başka bir yüreğin, başka bir bedenin kadınıydı o.

Kendini geri çekerken Uğur, duvar dibine yaslı bekleme koltuklarına oturttu Azra'yı. Kendi de yanına geçtiğinde birkaç saniye dinledi onun ağlayan sesini sonra da:

"Yine olur çocukları üzülme." dedi.

Azra, yaşadığı şeyin Uğur'da nasıl bir karşılığı olduğunu aslında hiç bilmiyordu.

"Çok..." diye başlayan cümlesi tıkandı, sustu. Uğur, dokunmak istese de yapmadı. Onu dinlerken yiten bütün sözleri boğazında birer yumruktu şimdi.

"Küçük... Daha çok küçük." diye sızlandığında bütün acısı hücum etti Uğur'a. İşte geçmiş en fena haliyle tekrara düşürmüştü onları. Birbirlerini anlama fırsatları bulamadıkları zaman, hesaplaşma için karşılarındaydı.

"Bütün bebekler küçüktür." dedi Uğur, Azra'nın canının ne kadar yanacağını zerre umursamadan.

"Ben..." diye başladı Azra, yıllar sonra savunmasını yapacak değildi ki olanların. Şimdi hele sırası mıydı? Ancak, vicdanı öyle sıkıştırmıştı ki Azra'yı, bu hesaplaşma için ne kadar geç kaldığını düşünmeden başını kaldırdı ve o mavi gözlerden korktuğu, kaçtığı her geceye inat özlemine hediye baktı Azra. Bakarken daha bir sızladı içi, daha bir baş edilemez oldu koca hayatı; daha bir çıkamadı içinden.

"Ben böyle olsun istemedim." derken günah çıkarıyordu adeta Azra. Uğur'da sevabı günahı tartmak telaşı olsa da olmasa da.

"Ben, onu böyle cansız bir bez içinde bile görmedim. Göremedim. Gençtim. Ben çok gençtim. Kıyamazdım belki bu kadar yaşamış olsaydım, korktum... Sen beni anlamadın Uğur. Sen beni anlamak istemedin."

Karşısında adeta bir taş vardı Azra'nın. Gözleri tek bir noktaya sabit, yüzü bir kaya kadar ruhsuz, ifadesi sertti. Ne kadar ağlaya yakıla ona on iki sene evvelin savunmasını verse de Azra için gerçek olan o günün vicdanının onu hiç bırakmamış olduğuydu.

"Ben böyle olsun istemedim, hiç istemedim." diye tekrarladığında Azra, Uğur karşısındaki kadının acısını kendine yapılan ihanetin karşısında az buluyordu o an. Hiç düşünmeden başını öne doğru bir kez sallayıp dudaklarına geçirdi dişlerini, sonra da:

"Ben seni anlamak istemiyorum, on iki sene önce katili olduğun bebeğinin bugün günahını çıkarmak için geç kaldın, Azra. Bir mezarı olmuş olsaydı bunları ona söylerdin. Ben seni anlamam, anlamak da istemem." derken son cümlesini ondan uzaklaşmak üzere doğrulduğunda söyledi...



YAS SÜRGÜNÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin