26. Bölüm - Yokluğun!

4K 461 26
                                    

Polis arabasının yanında kelepçeli bir halde götürdükleri adam benim bir yıldır yüreğimi yangın yerine çevirmiş adamın ta kendisiydi. Akan gözyaşlarımla ardından bakarken ona ne yapabileceğimi, nasıl yardım edebileceğimi düşünmekten çok kalbimin nasıl bu kadar yanlış bir adamı sevdiğini, sevdi ise de ısrarla direnişini anlamaya çalışıyordum. Hayatı başka, hataları büyük, karanlığı kocaman bir adamdı Uğur. Benim gibi, yetiştiğim aile gibi değildi... Üzerine giydiği siyah her kıyafet gibi kararmış bir hayatın içinde tökezlemişti. Evet, yaşadığı şeyin adı tam olarak buydu.

Sonuna gelmişti çabalarının. Tek başına ayakta durma mücadelesi, bir demir bağ ile ellerini birbirine kenetleyip mavi şeritli bir araba içinde parmaklık ardına gidiyordu.

"Adamın bütün birikimini indirmiş cebe. "

" Yetim demeyeceksin anacım, acımayacaksın kimseye. "

 "Adamcağız yıkıldı, senelerdir gece gündüz çalıştırıp biriktirmiş; bir soysuz çalsın, çırpsın diye mi?"

Kulağıma bulaşan lafların her biri koca koca çığlıklar gibiydi. Ta ki en son: " Hırsız piç! " sözünü duyana kadar, orada öylece kalmıştım. Polislerin hemen ardından aracına yönelen kır saçlı adam söylemişti bu sözü, Uğur'a.

Ona piç demişti! Boğazıma takılan koskoca yumruk ve gözlerimin önünde ki hayali:" Suçum yok! "derken ki kırgın bakışları. O mavinin en solgun tonu... O kırptığı gözlerinin medet ummak için bile umudu taşımadığı mahcubiyet!

Uğur, bir şey çalmıştı. Bir para... Ya da mücevherler! Belki de başka! Ama ne? Henüz şoför koltuğuna oturmuş adamın Çetin Usta olduğundan emin koştum ona. Arabasının camına hızla vurmaya başladığımda adam arabasını çalıştırmıştı bile. Tahammülsüz çevirdi bakışlarını:

"Ne olur açın pencereyi, lütfen dinleyin beni! " diye seslendim, bir yandan akan gözyaşlarımı silerken. Ağlamak çözüm değildi. Benim Uğur'a yardım etmem şarttı. Ona yardım etmezsem hapse girecekti, uğraşıp kazandığı üniversite hayali suya düşecek, kendi kendine çırpındığı hayatta boğulmuş olacaktı. Buna izin veremezdim! Vermemeliydim! Çetin Usta'nın öfkeli bakışları ile beni defetme çabasına karşılık:

"Yalvarırım! " dediğimde, gerçekten yalvarıyordum. Adam, çaresiz camını açıp:

" Ne ne ne? " diye bağırarak sorduğunda çabucak denedim şansımı:

" Uğur'un kimsesi yok Çetin usta, hayatta hep tek başına çalışmış, didinmiş, yapmaz o çalmaz, çırpmaz... Bir yanlışlık vardır. Lütfen, hayatı biter; okulu var. Okulu için, geleceği için n'olur fırsat verin, yalvarırım size. "

Adam bana fazladan bir saniye bile tahammül edecek gibi değildi:" Git işine! " diye bağırdığında kendi kendine söylenerek arabanın kontağını çevirdi ve hızla yanımdan uzaklaştı. O yabancı sokakta, mahalle kadınlarının ezici bakışları arasında yeniden ağlamaya başlamadan az evvel karar verip geldiğim tarafa doğru yürüdüm. Semt karakoluna gidip işin aslını öğrenmem şarttı. Öğrenecek, sonra Uğur'a nasıl yardım edebileceğimi düşünecektim.

Belki bulacaktım, belki bulamayacaktım ama düşünecektim. Cemil'den yardım istemek de fikirlerim arasındaydı ama dallanıp budaklanmasından da korkuyordum. Uğur'un iyiden iyiye kırılacak olması bir felaket gibiyken içimde, bu işle mücadele edemeyecek kadar genç ve tecrübesiz olduğumun da farkındaydım. Cadde üzerinden bir taksi çevirip şoföre karakola gitmek istediğimi söylediğimde hayatımda ilk kez karakola gitmiş olduğumu düşünmüyordum bile. Oranın kuralları neydi, gidip Uğur hakkında bilgi almak için sıfatım ne olacaktı, bilmiyordum. Taksiden inip semt karakolundan içeri koştur koştur girerken kapıda nöbet tutan polisin engeli ile durdum. Öyle ya babamın çiftliği değildi burası ve ben de çiftliğime koyun sevmeye gitmiyordum.

"Kime baktınız? "

Ayaklarım durduğunda, bedenimi çevirip nöbetçi memura yaklaştım. Sakin bir ifadeyle:

" Buraya bugün birini getirdiler memur bey, hırsızlık suçu ile. Adı Uğur! " diye açıkladım. Aslında bu cümlem bir soruya çıkacak diye ummuş olsam da memurun beni onaylayan baş işareti ile devam etmek zorunda kaldım:

" Ona ne yaptınız? "

En fazla otuz yaşındaki polis memurunun dikkatli bakışları üzerimde birkaç saniye kaldığında bana makul bir açıklama yapmak üzere olduğunu düşünerek bekledim. Ancak memur geviş getirir gibi ağzındaki sakızı, ki sakız olduğunu biraz sonra fark edecektim, şöyle bir çevirdi ve:

"Yakını mısın? " diye sordu.

" Okul arkadaşıyım, yani fakülteden. Yakın arkadaşı."

Memur geviş getirme işlemini daha manidar bir tavırla yavaş yavaş sürdürdüğünde artık iyice sıkılmıştım ve sesimi bir ton daha alçaltıp:

" Annesi perişan, yatalak kadın. Durumu da ağır. Yalvarırım söyleyin ne yaptılar, durum ne? " diyerek dudaklarımı büzerek ağlamaklı bir hal aldım. Sahiden ağlamamak için kendimi sıkarken uydurduğum yalanın, karşımda ki adamda sonuç bulmasını bekledim. Şaşkın aralanan ağzındaki sakızı gördüğüm an bendeki ciddiyetini kaybeden memurun üniformasından asılıp her şeyi anlatması için tehdit etmemek adına kendimi zor tuttum. Nihayet, açık ağzını topladı ve ağır ağır:

"Komiserin odası sağda; gir, ona sor. " diye cevap verdi. Beklediğim dakikalar, kaybettiğim zaman ve ondan medet uman gönlümü bir kenarda bırakıp girdim içeri. Ben elimi kolumu sallaya sallaya içeriye girmişken komiserin kapısının önünde yeni bir kolluk kuvveti tarafından engellendim.

" Kime baktınız bayan? "

Yeniden açıklamalar silsilesine başlamak ve mevcut yalanımla o memuru da ikna etmem arasında geçen sürede komiserin içeride ifade aldığını, şikayetçinin ifadesi bittikten sonra içeri girmem gerektiği söylenince kendime bulduğum uygun köşeye çöktüm. Günlerdir dinlememiş, oturmamış kadar yorgun bacaklarım ağrıdan çekilirken Uğur'un o son bakışındaydı aklım. Suçunun olmadığını fısıldayan dili, aylardır görmediği, hayatında pek de yeri olmayan birine konuşuyordu, beklentisiz, son bir çırpınış gibi. Herkesin gizemli kahramanı Uğur, şimdi adi bir suçtan karakoldaydı. Aynı anda aynı duvarların içinde aynı sebepten olmasa da tutsaktık. Onun gibi adı konmuş bir suçum yoktu ama aşk meçhulü olmakla yargılanmadan hapsolmuştum. Başımı ellerimin arasına alıp çaresizliğimi en dibine kadar yaşadığım o an bir kurtuluş gibiydi, beklediğim kapıdan çıkan Uğur. İçeride onun da ifade verdiği ayrıntısını bilmemem gözlerinin solgun mavisiyle onu tekrar görmüş olmama inanışımı zorladı. Kalkarken yerimden o beni görmemiş, yine yanında bir görevli ile koridorda ilerliyordu. Onun için ne yapabileceğimi söyleyecek kişi yine o olurdu ve komiserle konuşmadan evvel onunla konuşmalıydım. Peki ama nasıl?

"Memur bey? " diye bağırıp topuklarımın fayans döşeli zeminde çıkardığı şıkırtılı seslere aldırışsız yetiştim bir kez daha:" Memur bey, lütfen! " dediğimde şimdi orta yaşlı memur ile yanındaki suçlunun bakışları üzerimdeydi. Daha uzun koşmuşum gibi nefes nefese kalışım Uğur ile yeniden karşılaşmamdandı ve ben işte bu kadar akıl almaz bir aşıktım.

" Memur bey, izin verin beş dakika konuşalım. "

Adam kaşlarını kaldırırken tahammülsüz bir of çektikten hemen sonra: 

"Yarın savcıya çıkacak, hapishane değil burası, göremezsin. " deyip Uğur'u tekrar yoluna çevirdi. Hiç ifadesiz, adamın yanında yoluna devam eden Uğur'un başını arkaya döndürüp de baktığı o an, beni pes etmemem gerektiğine ikna etti. Ya da ben ikna olmaya zaten hazırdım. Bu defa koşarken tam önlerine geçip iki elimi avuç içleri memura dönük bir halde çevirip:

"Memur bey, izin verin,yalvarırım beş dakika. Hapishaneye kadar daha var, ben n'aparım o güne kadar... " diye sürdürdüğüm ikna çabama yeni bir yalan bulupkuyruklu olarak sundum memura, ellerimi karnıma koyup:

" Bebeğimle bir başımıza kaldık, çaresizim memur bey, sizin de evlatlarınız var. N'olur? " dedim.

YAS SÜRGÜNÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin