69. Bölüm - Yorgun Gemi!

3.5K 520 48
                                    

Mehmet'i sakinleştirip yatağına yatırdıktan sonra saatin kaç olduğunun bir önemi yoktu. Ne yapıp edip Uğur'un nerede olduğunu bulmam şarttı. Önce bildiklerimi anlatmak için Cemil'i aradım ve onu uykusundan uyandırıp en az kendim kadar endişelendirdim. Ona göre tek tek hastaneleri gezmemiz gerekirdi ama hastane de olsa zaten polise gittiğimiz için bunu onların hemen öğrenebileceğini söyledi. Hastane de değildi ise neredeydi? Cemil'e buluşmayı teklif ettiğim sırada, dış kapının önünde birinin olduğunu duydum. Sanki hayal meyal kapıya vuruyor ya da vurmamak arasında direniyordu.

"Cemil, ben seni arayayım." deyip telefonu kapadıktan sonra dış kapının önünde kimin olduğunu anlamak için kapının dürbününden uzanıp baktım. Gördüğüm yüz sadece üç günün değil tam on iki senenin müjdesi gibiydi. Uğur, benim kapımın önünde o kapıyı çalacak kadar yakın olamasa da bana; ilk fırsatta bana gelecek kadar benimdi. Kapının koluna bastırıp da ona daha bakmadan boynuna atıldığım anda, kanlı canlı, bildiğim hali kadar kendindeydi. Kolları belimi sararken: "Sessiz ol babanı uyandıracaksın." dedi. Sessiz oldum! Onu kapıdan içeri aldım, babama ait sınırlarda evimizin salonuna soktum, kapıyı sımsıkı kapatıp oturttum. Yüzü ne kadar hırpalandığının en ciddi göstergesi olacak kadar yaralı bereliydi. Daha bir öncekiler solmadan bu seferkiler çok daha yerleşik duruyordu. Başının hemen arkasında bir sargı bezi ile kapanmış muhtemelen de Mehmet'in bahsettiği yara vardı.

"İnsan bir arar Uğur, bir kere iyiyim, hayattayım der öldüm resmen öldüm." diye ağlarken ben yanında oturuyordum. Sesimin bir ölçü kısık olmasına dikkat ederek yakarıyordum ve Uğur'un neler yaşamış olabileceğini bırakmış kendi yaşadıklarımı anlatıyordum. Bencilliğimden utandığım ilk üç dört saniye de tekrar sarıldım sevdiğim tek adama ve ağzından çıkan şu sözcükleri duydum:

"Hastaneden yeni çıktım Azra."

Başımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım, o anlatmaya devam etti: "Eve gidip üzerimi değişip direkt buraya geldim. Bilincimi kaybetmişim, bilincim kayıpken seni bile hatırlamıyor olmam ilginç değil mi?"

"Deli misin Uğur sen, nasıl bir rahatlıkla anlatıyorsun böyle?"

Dudaklarını kıvırırken her zaman ki muzip hali beni neşelendirmek için var gibiydi. Göz kırpırken bütün telaşlarımın geri de kalacağına neredeyse emindi:

"Polise ifadem de gasp edildiğimi, telefonlarımı ve paramı çaldırdığımı söyledim. "

Bana Ömer'den bahsetmeyecek miydi yoksa kelime oyunu mu yapıyordu bilmiyordum. Yüzüne dikkatle bakarken, göz çevresinin iyice koyulaştığı, burnunun morardığı, dudağının patladığı için kabardığını görüyordum. Ömer bütün bunları kendi elleriyle mi yapmıştı Uğur'a...

"Biz senden haber alamayınca Cemil'le Gökçe'yle gidip Ömer'den şikayetçi olduk."

Sımsıkı tuttu elimi, gözlerimin en derinine bakmayı başarabilen tek erkek olduğunu bir kez daha ispatlayarak bakarak kesti sözümü:

"Haberim var, ilgisi olmadığını söyledim ben. Saldırganların kim olduğunu görmediğimi söyledim. Mehmet burada mı?"

"Anlattı bana, sana kötü bir şey olmasından korkmuş."

Gülümserken incecikti tebessümü o patlamış koca koca dudaklarında; gene de huzurlu gene de vaatkar!

"Ne yapmalı bilmiyorum Azra? Ömer'in düşmanlığı büyük, vazgeçecek gibi değil. Belli ki çok kızgın bize. Hıncını nasıl çıkaracağını şaşırmış halde... Öldürtmeye kalkacak kadar... Mehmet gelip bulmasa orada beni, sanmıyorum ki sağ çıkayım. İç kanamadan ölürdüm herhalde. Demek ki bu kadar çok beni öldürmeyi kafasına koymuş. "

"Ömer böyle bir adam değildi bilmiyorum."

"Sana da zarar verir diye korkuyorum."

"Oğlunun annesiyim ben onun, asıl sen kendinden kork; şu halde bile beni mi düşünüyorsun?"

Başını yavaşça yukarı doğru kaldırdı: "Korkak mıyım yahu ben? " derken. Yıllar sonra tekrar engeldi her şey bize... Sanki evren bir olmamızı istemiyor gibi... Omzumu silktim, elimi tutan elini eğilip öptüm... Bana istediğim her şey olabilecek bir adamdı Uğur; bunu artık en acı tecrübelerle öğrenmiştim. Bir bankta, yanı başında ondan bir çocuğum olacağını söylediğim o gün ki gibi teselli ile ona inanmaya hazırdım. Sonrasında yaşadıklarımızı yaşamaktan son sürat kaçacak kadar da cesur.

"Değilsin." dedim fısıltı gibi çıkan sesimle, daha büyük gülümsediğinde bu sefer o sarıldı bana. Kollarını çektiğinde biliyordum ki, Uğur için de ben yıllar sonra yeniden filizlenmiş bir arzu değildim. Onun dilinden dökülmeyen her kelimeye rağmen gözlerinden görüyordum bütün bunları.

"Gideyim ben artık, kimse uyanmadan." derken ardı sıra kalktım. Elimi bırakmak istese de elini bırakmadım, elini kurtaramadığı elime sonra da bana bakıp:

"Sen iyi misin?" diye sordu. Sanki ilk kez aklına gelmişti bu... Umursamadım: "Seni görene kadar kötüydüm." dedim.

***

Ertesi sabaha uyandığımda her şey daha iyiydi kendimce... Erken saatte Mehmet'i giydirip, gece Uğur'u gördüğümden, gayet iyi olduğundan okuldan gelir gelmez onunla konuşturacağımdan bahsettim. Oğlum tıpkı benim gibi onun nefes alışından mutlu olmuştu. Onu elimle okul servisine verdikten sonra arkasından çıkıp Uğur'a gitmek niyeti ile üzerimi giyindim. Çıkmak üzereyken, henüz uyanmış babamla annemi art arda durmuş, koridorda bana bakarlarken buldum. Ertelemenin bence de hiç bir anlamı yoktu. Her ikisi ile de konuşmak istediklerim olduğunu söyleyip salona karşıma aldım. Belki yıllar önce de yapmam gerekenin bu olduğunu ise kendime hiç söylemedim. Her ikisinin de gözlerinde ki endişenin nedenlerini anlayabilen yaşadıklarıma sığınıp:

"Korkmayın, Ömer'i o serseri dediğiniz Uğur'la falan aldatmadım. Boşanmamızın nedeni onu aldatmam falan değil, Ömer saplantıları yüzünden bunu böyleymiş gibi ilan ediyor hepsi bu." dedim. Konuşmuyor olmaları, cevap vermiyor olmaları işime geldi ve devam ettim:

"Gene de bilmenizi istediğim bir şey var; Uğur bir serseri değil. Onu sizin gördüğünüzün çok ötesinde tanıyorum ben. Hayatını, geçmişini neler yaşadığını ve ne kadar sorumluluk sahibi biri olduğunu da çok iyi biliyorum. Baba biliyorum bana kızıyorsun!"

İşte bu nokta da kesti babam sözümü ve: "Kendine yakışanı yapmıyorsun Azra." dedi. Belki yetişme tarzım, gördüklerim, ailemin bana verdikleri söyleyeceğim şu sözü tasdikleyecek türden değildi ama benim başka savunma aracım yoktu:

"Baba, ben Uğur'u seviyorum. Hiç unutmadım! Hiç başkasını da sevmedim.... Bu yüzden kendimden çok büyük paralı bir adamla evlendim. Bu yüzden Mehmet'ten başka çocuğum olsun istemedim. Ömer'e belki namussuzluk edip ihanet etmedim ama o benimle evlendiği ilk günden bir başkasını sevdiğimi biliyordu baba. Özür dilerim... Ben de isterdim annemin, babamın layık bulacağı bir adamı seveyim, ben de isterdim. Ama gördünüz, uzaktan herkesin gıpta ettiği Ömer Seyhan'ı... Sizden uzaklaştırmadı mı beni? Evinize gelmem bile belli aralıklarla olmak zorunda kalmadı mı? Bir kez size anne baba demedi biliyorsunuz biliyorsunuz. Hiç bir şey arkanda sapasağlam ailesi olan birinin itibarlı olması kadar kolay olamaz baba. Uğur'un böyle bir ailesi yok. Olmaması onun suçu değil. Biliyor musunuz, Ömer onu evinin bodrumuna bağlamış. Mehmet'in gözlerinin önünde işkence yapmış. Mehmet'in dün gece bana ağlaya ağlaya bunları anlatışını duymuş olsaydınız... Lütfen, ben sizi üzmek istemiyorum. Size arkamı dönmek hiç istemiyorum. Artık yirmili yaşlarda değilim. Bir kez daha bu yüzden ağlamak istemiyorum anne, lütfen baba; inanın bana, Uğur'a duyduğunuz kinin üstünü örtün. Ayhan'ın ölümüne neden olan o değil... Onun kadar bende suçluyum, nefret edecekseniz benden de edin, yapmayın size yalvarıyorum; bu defa yapmayın!"

Ağlamıştım tekrar... Belki bunlar son göz yaşlarımdı belki de hiç bitmeyecek olanların yeni bir haliydi. Sustuğumda onlardan duyacağım tek bir cümleye ihtiyacım vardı. Kalmak ile gitmek arasında sıkıştığım o nokta da babamın sesini duydum:

"Akşam çağır gelsin, bir kahve içip tanışalım."

***

YAS SÜRGÜNÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin