Bu dünyaya gelmemi sağlayan kadın artık yoktu. Onunla iletişime geçmeye çalıştım fakat olmuyor. Yaşayamayan bedenler bomboş bir çuvaldan farkı yok. Evet hayatımda annemle pek fazla iletişime geçemedim fakat bir gün bu sorunun düzeleceğini sanıyordum. Ama yanılmışım. İnsanlara zarar veriyordum. Neden bu dünya anlamıyorum. Başka galaksimi kalmadı. Elbet bunca olanın bir sebebi vardır. Umarım yaşananlara değer.
***
Son günlerde gelen gidenlerin sayısı azalmıştı. Babamında artık işe gitmesi gerekiyordu. Fakat hayat bu yüzümüze bu aralar hiç gülmüyor. Babam izinin bittiği gün işten biraz erken geldi. Sebebini sorduğumda ise yeni bir şehire gitmemiz gerektiğini söyledi. Teşekkürler müdür bey, sizin paranıza kaldık!
Herneyse bunca olanlardan sonra arkamızda bize destek çıkacak insanların olacağını sanıyordum. Fakat anneannemgil ve dayım annemi babamın öldürdüğünü ileri sürdüler. Gerçekten aptalın tekiler. Onun gibi bir insandan nasıl böyle birşey beklediler hiç anlamıyorum. Onlara ihtiyacımız yok zaten. Fakat yinede başka şehre gitmek istemiyordum. Şu anda kaldığımız ev dedemin ve tapusu anneme aitti. O öldüğü için ev bana kaldı. Fakat daha 4 yaşında olduğum için 18 yaşına kadar evin tapusunu babama verdiler. Babam ise evi satmayı düşünüyor, hemde 500.000$ fiyat biçicekmiş. Evet belki evimiz küçük olabilir fakat arka tarafinda orman, ön tarafında okyanus manzarası değer bence. Ama ben bu evle bütünleştim. Her sabah kalkıp okula giderken babamla ormandaki sincaplara yemiş atmayı çok seviyorum. Bazen babamla ormanın içindeki göle yüzmeye giderdik. Bu anıları bırakıp gitmek benim için zor olucak. Ama elimde yapacak bir şeyim yok. O paraya ihtiyacımız var. Bekle bizi Arendal!***
Arendal çok şirin bir şehir. Krallığın saklı bahçesi gibi. Ev sahibimizi çok sevdim. Bana bir tane şeker vermişti. Ne var? Şeker veren insandan zarar mı gelir? Yeni evimiz oldukça geniş bir daire. 5 katlı bir apartmanın en üst katında. Balkondan bakınca sahil gözüküyordu. Her sabah koşan insanları balkondan izlemeyi çok sevmeye başladım. Hele tombiş kadınların koşuşlarını izlerken gülmekten karnıma ağrılar girerdi. Babam burada kendine minik bir pastane dükkanı açtı. Daha önce babamın bu kadar güzel ay çöreği yaptığını görmemiştim. Her evimiz ile pastane arası ortalama 150m uzaklıktaydı. Her sabah babam erkenden uyanır pastaneyi açmaya giderdi. Ben ise 8.30 gibi uyanır babamın yanına gider kahvaltıyı bereber yapardık. Daha taşınalı 1 ay olmuştu fakat ben çoktan alışmıştım. Zero adında bir çocukla tanıştım. O da annesini kaybetmişti. Babası yan dükkanda berberdi. Evet adı biraz garip gelmiş olabir ilk başlarda bana da öyle gelmişti. Sonra adının neden Zero olduğunu sordum. Annesi onu doğururken 100'den geriye doğru sayıyormuş. Eğer 0 olduğu zaman dışarı çıkmazsa çocuğun öldüğüne inanırlarmış. Zero'nun annesi tam 0 dediği zaman Zero dışarı çıkmış fakat annesinin aynı saniyede kalbi durmuş. O yüzden Zero adını koymuşlar. Zero da benimle yaşıttı. İkimizde 2 ay sonra 5 yaşına girip okula başlıyacaktık. Mutluyduk en azından ben. Çünkü Zero kendini bildi bileli babasından başkasıyla konuşmuyormuş. Tabii doğal olarak yeni çocuklarla aynı sınıfta olmak onu ürkütüyor. Fakat onun bu kadar çekingen olduğuna bakmayın çok konuşuyor. Asla susmuyor. Yeter desen bile "Ama daha bitmedi" deyip konuşmasına devam ediyor. Acilen derdini başkasına salması lazım yoksa ben deliricem. Tabii delirmeden önce onu öldürmezsem.
***
İlk başlarda çok konuşması beni delirtiyordu fakat sonradan birşey farkettim. İstemediğim zaman kulaklarımın duymamasını sağlıyordum. Harika. Bir simyacı olma yolunda gereğinden fazla yol kat ettim. Biraz yaramazlık vakti. Bugün mahallenin çocukları toplanıp öğle yemeği yedik. Öğle yemeğinden sonra oyun oynamak için parka çıktık. Parkta herkes delice oynarken ben kimi haklasam diye düşündüm. Derken salıncağın yanında bir çocuğu sıkıştıran uzun boylu bir çocuk gördüm. Thomas durur mu? Yapıştırmış cevabı! Şaka şaka. Sadece biraz boyuyla oynadım. 170 'ten 145'e inmenin hissini gidin de ona sorun. Her geçen gün zihnimin daha çok geliştiğini farkettim. Artık hafif nesneleri hareket ettirebiliyordum. Fakat bir a4 kağıdını 5 cm havada tuttuktan sonra 40 km koşmuş kadar yoruluyordum. Galiba biraz daha sabredip bedenimin güçlenmesini beklemeliyim.
Yine yeni bir gün. Yine babam yok. Yine sahilde koşan insanlar. Yine televizyonda aynı spiker. Fakat birşey fazla. O salonun ortasında havada asılı duran Taş'ta neyin nesi? Biraz daha yaklaştığımda taşın mor bir zümrüt olduğunu farkettim. Fakat fazla büyük bir zümrüt. Yapılan araştırmalarda bulunan en büyük zümrütten bile büyük. Elimle dokunduğum zaman damarlarım belirginleşiyor ve mor bir sıvı kalbime gidiyordu. Ne kadar uzun süre tutarsam taşın rengi o kadar koyulaşıyordu. En sonunda taş gri rengini aldı ve etrafa milyonlarca parçalar halinde yayıldı. Ohh sabah sabah ev süpürmekte zaten hobilerim arasındadır. Süpürgeyi almak için yatak odasına gittim. Süpürge aynanın karşısında duruyordu. Yerden kaldırdım ve dikleşip aynaya baktım. Lanet olsun. Ne kadar büyümüş bir ben!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Simyacı
Science FictionBaşka bir evrenden annemin rahmine düştüm. Benim yüzümden ailem darmaduman oldu ve babamla birlikte yepyeni bir hayata adım attık. Zero'yla bu cennet diyarlarda tanışıp kader ortağı olduk. Jack ve Dany'nin yaptıkları pislikler hayatımıza altından k...