Tutsak

465 21 2
                                    


İki eliyle çelikten yapılmış çubukları yavaşça araladı. Şişen damarları her an patlayabilecekmişcesine büyümüştü. Sağ bacağını yavaşça kafesin içine yerleştirdi. Damla;

"Bitti mi şimdi herşey?" diye cevap verilmesi zor bir soru sordu. Derin bir nefes aldıktan sonra;

"Sana söylemiştim, bugün ölecekmişiz gibi kokmuyor hava." dedim. Yerimden doğrulup gözlerimi adamın gözlerine sabitledim. Adam yere tükürerek bana koşmaya başladı. Her adımında nabzım bir kademe yükseliyordu. Nefesimi sabitledim ve gelecek darbeyi beklemeye başladım. Herhangi bir darbe almayınca sol gözümü yavaşça araladım. Yıkıcının vücudu yere yüzüstü yatmıştı. Sessizce Damla'ya baktım. Ellerini suratına yerleştirmiş korkuyla bekliyordu. Ayağımla dürtüp;

"Sana söylemiştim, bugün olmaz." dedim. Ellerini yere indirip yıkıcıyı görünce;

"Çok şükür" dedi. Yerden kalkıp yanımda durdu. Nefes alıp verişi azalmıştı. Hiçbir ses tonu kalmayıncaya kadar yıkıcının ölü bedenine baktık. Sessizliği bir çift elin alkışı bozdu. Merdivenlerden yükselen gölge bütün ilgimizi o tarafa doğru çekmişti. Gölgenin kaynağını gördüğümüzde Damla bana bakarak;

"Bu o, herşeyin merkezi" dedi. Herşeyden kastı kimyacılardı. Ayak sesleri kesildiğinde karşımızda 185 boyunda genç bir adam duruyordu. Yüreğimizi hoplatan sesiyle;

"Kardeşimin yaptığı bunca şeyler için sizden özür dilerim. Kendimi affettirmem için kahvaltı sofrasına fazladan iki tabak koydum. Lütfen." diyerek uzun kollarıyla merdiveni gösterdi. Yıkıcının araladığı boşluktan çıkıp merdivenlere doğru yöneldik. Suratına bakmayışımız adam için saygısızlık olabilirdi ama bu umrumuzda değil. Biz buraya kendimize işkence ettirmek için gelmemiştik.

Dev salonun ortasında 3 metrelik bir masa duruyordu. Üzeri envâi çeşit yiyecekler, rengarenk çiçekler, leziz içeceklerle kaplıydı. Bütün bir gecenin sonunda karnımızı doyurmak için güzel bir masaya benziyor. Damla'nın oturması için sandalyeyi yavaşça geriye çekti adam. Damla omzundan arkasına bakıp başını salladıktan sonra yavaşça sandalyeye oturdu. Oturur oturmaz iki görevli kadın fincanlarımızın yarısına kadar çay doldurdu. Hemen ardından iki garsona benzeyen adam önlerimizde duran tabakları alıp yerine masadaki yiyeceklerden derlenmiş bir kahvaltı tabağı yerleştirdiler. Damla suratıma bakıp onay istedi. Kafamı hafifçe sallar sallamaz peynirine çatal batırıp ağzına götürdü. Masaya oturduğumuzdan beri adamı gözetliyordum ancak bize diğer kimyacıların davrandığından daha yumuşak davranıyordu. Fakat buna güvenmemem gerek. Sonunun avukat gibi ihanetle bitebilme ihtimali var sonuçta. Fincanımdaki çaydan bir yudum aldım. Tadından anlaşıldığı üzere karma bir çay türüydü. Adam;

"Sizlere kendimi tanıtmayı unuttum. Ben Lord Jaime. Veron tapınağının gelecekteki varisiyim."

"Bizler de simyacıyız. Arkadaşımız Denis çok kısa bir süre önce vefat etti. Bizde onun anılarını almak için gelmiştik. Ancak bizi buraya gönderen kişinin oyunuymuş bunlar. Verdiğimiz rahatsızlıktan dolayı özür dileriz. Zaten birazdan yola çıkarız öyle değil mi Damla?"

"Gideceğinizi kim söyledi? Sizi buraya hayrına getirmedim. Bu masada sizinle bir anlaşmaya varmak için oturdum."

"Neymiş bu anlaşma Lord Jaime?"

"Sizden simya gen örnekleri istiyoruz"

"Sonra da bizleri öldürecek virüsler geliştireceksiniz öyle mi?"

"Elbette hayır. Her kimyacı sandığınız kadar gaddar değildir Sayın Damla Hanım. Genleri kullanarak varolan gücün kalıtsallığını araştıracağız."

SimyacıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin