Üç Buçuk

491 27 5
                                    


Cenaze için sabah erkenden uyandım. Evin içi herzamankisi gibi sessizdi. Ama biraz daha farklı bir sessizlik. Yalnızlığın şarkısını çalan bir sessizlik. Çaresizliğin sesi. Sadece ben duyuyorum gibi oluyor ama öyle değil. Herkes bu şarkı dinletisine davetli. Koltuklar tıklım tıklım dolu. Sanırsın herkes dertli. Oysa hepsi sadece yas tutuyor. Hiçbiri dertleri için üzülmüyor. Yalancı insanlar, hepsi yalancı. Arkadan giren fon müziği dikkatleri üzerine topluyor. Herkes çıt çıkarmadan birkaç saniye dinledikten sonra koşarak kapıdan çıkıyor. Yalancı insanlar, hepsi yalancı.

Cenazede sadece biz olacağımız halde üzerine çok fazla kafa yorduk. Onun için bembeyaz bir tabut satın almıştı Robb. Zero ile Sophie çocuklarının adını Denis bile koymayı planlıyorlardı. Sophie'nin karnı burnuna kadar gelmiş, doğum için gün sayıyordu. Normalde 9 ay olan gebelik süresi bir simyacı karnında birkaç haftaya düşüyor. İlk başta anormal birşeyler olduğunu düşünüp doktora bile gitmeyi düşünmedik değil ama sonradan Oliver'da da aynı şeyler olduğu için içimiz rahatlamıştı. Oliver'ın annesi ile babası safkan bir simyacı. Annesinin gebeliği sadece 5 gün sürmüş. Oysa Sophie neredeyse 1 haftadan fazla bir süredir hamile. Bekliyoruz işte öyle sessizce. Çıkıp gelse de neşemiz yerine gelse diye bekliyoruz. Gerçi Zero'nun ölmesi için geçen süre de azalıyordu. Sadece 7 ayı kalmıştı. 7 ay içinde bir daha çocuk yapacak gücü bulamazlar. Zero az da olsa kimyacı olduğu için eşey hormonları çok hızlı salgılanmıyor. Yani bu son çare. Zero'nun hayatını belirleyecek bu bebek. Umarım sağlıklı bir şekilde doğar da Zero'yu bu dertten kurtarırız.

Yaklaşık 15 dakika sonra herkes hazır vaziyette aşağı inmişti. Denis'in bize olan vasiyesitine uyup siyahlara bürünmedik. Bugün Denis'in kurtuluş günü. Dertlerinden kurtulduğu gün. Arkasından ağlamak yerine onun yükseldiği mertebeyi kutlamak düşer bize. Zero yanıma gelip;

"Denis'i yıkamayacakmıyız?" siye sordu. Doğru ya Denis müslümandı. Damla'nın dediğine göre sıcak suyla vücudunu yıkamamız gerekiyormuş. Beyaz tabutun uçlarından tutup spor salonundaki hamama indik. Denis'in ölü bedenini ortada duran dev göbek taşına yatırdık. Zero yavaşça beyaz çarşafı açtı. Denis'in vücudu mosmordu ve buz gibiydi. Oluktan akan sıcak suyu bir tasa doldurup Denis'in vücuduna yavaşça döktüm. Su dökülürken elimle yavaşça masaj yapıyordum. Vücudu o kadar soğukdu ki suyun sıcaklığını biraz daha artırdım. Denis'i yaklaşık 60°C'lik suyla yıkıyordum. Ellerimi deyemediğim için keselemeye başladım. Sıcağı gören vücudu az da olsa renk almaya başladı. Bi ara Denis'in gözleri kıpırdamaya bile başladı. Zero hareketleri merak edip göz kapaklarını açtığından gözleri hızlıca sağa sola dönüyordu. Gözlerinin rengi maviden griye dönmüştü. Gerçekten kimyacılar öldüklerinde çok garip oluyorlardı. Sen git o kadar kişinin ölümüyle zevk al ondan sonra güzel bir ölüm bekle. Çok beklersin. Ön vücudunu yıkadıktan sonra sırt üstü çevirdik Denis'i. Sırtında garip şişlikler oluşmuştu. Vegan dilinde yazılan yazıyı sadece Damla okuyabilirdi. Birde Aylin. Keşke yanımızda dursaydı da okuması için sesini zikretseydim. Zero birkaç kere Damla'ya seslendi ama bir cevap alamadı. Ardından birkaç defa telefonunu çaldırınca Damla durumu fark edip yanımıza geldi.

"Gelebilirmiyim?"

"Gelip bir şuna baksan fena olmaz"

"Ne olmuş?"

"Sırtında Vegan diliyle birkaç kelime yazılmış. Okuyabilir misin?"

"Herşeyin bir bedeli var diyor"

"Sence ne demek istiyor?"

"Yaptığı şeyi bir suç olarak kabul edip bedel olarak ölümünü uygun görmüşler"

"Kendi mıntıkanı bırakmanın cezası ölüm demek"

"Çok eski bir arkadaşım söylemişti, kimyacıların çok anlamlı sözleri varmış."

SimyacıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin