Hey Robb

1.1K 42 7
                                    

Bugün ilk defa kendimi insan gibi hissetmiştim. Mutluyduk, birşeylerin peşinden koşturmuyorduk. Fakat Zero her geçen zaman daha da hastalanıyordu. Bugün iki kere kalbi durdu. Vücudu kaldıramıyordu onu. Bir sonraki durağımızı kimse bilmiyor. Öylesine havaalanına gidip sıradan bir uçağa binecektik. Dedemle vedalaştıktan sonra yola çıktık. Polis yol kesip araçlara bakıyordu. İşte şimdi sıçmıştık. Ordan dikkat çekmeden geçmemiz imkansız. Eğer kaçarsak da bizim peşimize düşerler. Hızımızı iyice düşürüp öyle gidiyorduk. Derken arabaya tanımadığımız bir delikanlı bindi. Arabayı sürmemizi söyledi. Sesinden belliydi, birilerinden kaçıyordu. İlerde yol çeviren polislerin olduğunu söyledik. Çocuk elini camdan çıkarıp arabaya dokundu. Oliver da adamların yanından geçti. Polisler bize bakmaya bile üşendi. Damla arkasını dönüp;
"Bunu nasıl yaptın?" dedi. Çocuk ise o an Aylin'le koltuğa sığmaya çalışıyordu. Adam en sonunda Aylinle tek koltuğu paylaşmayı becerdi. Daha sonra konuşmaya başladı.
"Merhaba, bende Jon, peki ya siz kimsiniz?"
"Biz sana adını sormadık, bunu nasıl yaptığını sorduk."
"Biraz su var mı, koşarken dilim damağım kurudu da."
"Çocuk sen manyak mısın?"
"Hayır, ben de sizin gibi bir simyacıyım."

***

Arabadaki tanışma faslından sonra havaalanına gittik. Jon söz alıp;
"Ne için, nereye gidiyoruz?" dedi. Damla;
"XyX sıvısını yapmak için ikinci derece elektrik barındıran bir insan arıyoruz."
"O zaman İzlanda'ya gidiyoruz." dedi. Jon'un bize yararı artmaya başladı. Bu sefer paramız vardı ve Burda kimse bizi tanımıyordu. Jon ve Oliver içeri girip bilet almaya çalıştı. Ne yazık ki alamadılar çünkü burdan İzlanda'ya sefer yoktu. Şimdilik sadece New York'tan uçak varmış. New York uçağına binip 2 saatlik bir yolculuğa başladık. Bu yolculukta dikkat ettim de Aylin pek bi sakindi. Surattında garip bir hüzün vardı.
Uçaktan iner inmez bi restorandan birkaç paket yiyecek aldık. Kimseciklere görünmeden İzlanda uçağına binmeye çalıştık. Fakat Jon beyciğim sokak lambası gibi bir görünüp bir kaybolduğu için birisi polise bizi şikayet etmiş. Havaalanının etrafı polis doluydu, ama çok geç. Biz çoktan uçağa binip İzlanda'ya gidiyorduk. İzlanda seferi uzundu ve uçakta yemek vermiyorlardı. Bu yüzden dışardan yemek getirmemize izin veriyorlardı. Oturup bi güzel karnımızı doyurduktan sonra sohbet ettik. Uçakta bizim dışımızda sadece 8 kişi olduğundan herkes rahattı. Jon bize başından geçenleri anlattı. Bizde ona maceralarımızı. Öylece yolculuk devam etti. İzlanda inanılmaz derecede soğuktu. Havaalanının alışveriş bölümünden bizi sıcak tutacak kıyafetler aldık. Dışarıda diz boyu kar vardı. Zero elinde bir kar topu yapıp bana attı. Ama tabi reflekslerim devreye girdi ve kartopunu havada sabit tuttum. Kalabalık bir yerde olduğumuzdan hemen aşağı bırakıp hiçbirşey olmamış gibi yoluma devam ettim. Jon bizi bir arkadaşının evine götürüyordu. Adı Robb'muş bu adamın. Bizimle aynı yaştaymış ama ailesi simyacı olduğundan onu dışarı atmış. Oda çalışıp çabalayıp kendine yeni bir hayat kurmuş. Eve gitmek için bir arabaya daldık. Jon yine Aylin'le koltuk kavgası yapmaya başladı. Aylin'de bugün bir soğukluk var, nedir ne değildir bi öğrenmek gerek. Artık Jon sabrını ne kadar taşırdıysa Aylin kaşıntı büyüsü yaptı. Eve gitmemiz yaklaşık yarım saat almıştı. Hava kararmış ve soğumuştu. Evin önüne geldiğimizde Jon;
"İlk önce ben gideyim sizi anlatayım, ondan sonra işaretimle gelirsiniz." Aylin'e küçük bir işaretle büyüyü kaldırmasını söyledim. Robb onu görünce Jon'un boynuna sarıldı, bir süre ağlaştılar. Yaklaşık 10 dakika sonra Jon bize eve gelmemizi işaret etti. Arabadan çıkıp kapının önüne geldik. Teker teker Robb'la tokalaştık. Ardından içeri girip üstümüzdeki ağır kıyafetlerden kurtulduk. Ev o kadar sıcaktı ki Oliver izin alıp kazağını çıkardı. Bi süreden sonra evdeki bütün erkekler atletle oturmaya başladı. Robb'a durumumuzdan bahsettik. Beyin iletişimini kanıyla yapan bir simyacıyı öldürmemiz gerekiyordu. Eve girdiğimizden beri garip bir metal kokusu var ama neyse. Robb'u öldürecek halimiz yoktu herhalde. Aylin bize kahve yapmak için mutfağa gitti. Bir süre sonra Robb'da tuvalet bahanesiyle odadan çıktı. Bir süre sonra ikisi de ellerinde kahveyle salona geldi.
Kahveden sonra ilginçtir ki bizi uyku bastırdı. Herkes koltuğa sızmış uyuyordu. Sophie Zero'nun kucaklarında, Oliver Damla'yı göğsüne bastırmış, Robb'la ben popo treni oluşturmuş uyuyorduk. Ben bu trenin son vagonu olarak gece saat 2'de uyandığımda Jon ile Aylin ortalıkta yoktu. Koltuktan kalkıp evin içini gezdim. Kimsecikler yoktu. Camdan arka bahçeye baktım. Aylin ile Jon oturmuş, ellerinde bir bardak kahve sohbet ediyorlardı. Camı açıp gizlice onları dinledim. Jon doğumundan şu ana kadar geçenleri anlatıyordu. Jon'un hemen bize uyum sağlamasını sevdim. Umarım bu konuşma Aylin'in moralini az da olsa düzeltir.

SimyacıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin