Neredeyse bir hafta oldu evden ayrılalı. Özlemem diyordum ama özlemeye başlamıştım onları. Yiyeceklerim hızla tükeniyor. Depresyon evresinden dolayı dünyaları yediğim için şimdiden 4 kilo almışım. Yalnızlık çok kötü birşey. Derdimi anlatacak bir sırdaşım bile yoktu bu sabaha kadar. Mis gibi uykumu birkaç küçük çıtırtı böldü. Yataktan kalkmadan önce duvarda asılı duran av tüfeğini elime aldım. Kapıyı bir çıtırtı bile çıkarmadan yavaşça açtım. Merdivenlerden inerken boynumu büküp alt katı gözetliyordum. Birde ne göreyim, kahvaltı gevreğimi araklayan minik bir rakun! İçimi ferahlatan rüzgarın tadını size anlatamam bile. Belli ki annesi onu buraya bırakıp gitmiş. Ah, mutfağın camını kapatmayı yine unutmuşum. İnsan yalnız olunca aklını başında tutamıyor. Nerdesin Robb, özledim sesini, kokunu. Gözlerini özledim. İpek kadar yumuşak saçlarını özledim. Birde Damla. O çılgın kızı özlemem sanıyordum ama kardeş işte, onu da özlüyorsun. O her zaman benim akıl hocam olmuştu. Köşeye sıkıştığımda hep o beni kurtarırdı. Keşke evden ayrılmadan önce ona da bir sorsaydım. Belki o zaman bu kadar acı çekmezdim. N'apalım, katlanacağız.
***
Öğle güneşi evin içini aydınlatınca bizim rakun bey zırlamaya başladı. Sabah alarmı gibi ciyaklıyordu. Önüne yemek koydum, tuvalete çıkardım yine de susmadı. En sonunda annesini özlediği fikrine vardım. Üstüme yerde duran ayı postunu giyip, elime uçları delinmiş eldiveni takıp bir rakun gibi gözükmeye çalıştım. Vay be, sonunda rakun da olmuştum. Eldivenin içini sütle doldurup yavru rakunun ağzına tuttum. Yavru hemen işaret parmağımı emmeye başladı. Karnı doyunca kafasını postun içine sokup uykuya daldı. Yaklaşık iki saat öylece oturdum. Rakun beyciğimin rahatına diyecek yoktu valla. Acaba Robb napıyodur şimdi? Kesin başlarına bir iş geldi çünkü sokaklarda sürekli polis arabaları görünüyordu. Kısa süre sonra rakun bey uyanıp kocaman gözleriyle bana baktı. O kadar tatlıydı ki iki saatlik beklemenin acısını çıkaramadım. Ömrüm boyunca gördüğüm en tatlı surattı bu. Bir bebek kadar temiz, saf ve güzeldi. Sadece bir dakikalığına bebeğimin olduğunu hayal ettim. Saolsun rakun bey elimi ısırarak hayalimi ortadan ikiye böldü. Rakunu kucağımdan yere bırakıp banyoya doğru yol aldım. Postun üzerindeki bütün toz yumakları saçıma bulaşmıştı. Banyo zamanı geldi. Ama önce rakun beyi alıp yatak odasına kapattım. Banyo yapmam 15 dakikamı aldı. Banyodan çıkar çıkmaz mutfağa indim. Buzdolabına baktığımda mağazadaki halinden eser yoktu. Kapağı kapatım buzdolabına yaslandım. Kocam bir üflemeden sonra yerimden kalkıp pencereden dışarı baktım. Birde ne göreyim, gizli bir kulübe! Hemen kapıyı açıp kulübenin yanına gittim. Daha önceden farketmememin sebebi etrafını saran dev ağaçlarmış. Kapıyı açmak için fazlaca zorladım ama bir işe yaramadı. En sonunda sabrımın son damlasına gelip elime gelen ilk sopayla cama vurdum. Cam paramparça olunca etraflardan tutup içeri girdim. İçerde dev bir fırın vardı. Fırının etrafındaki raflarda kilolarca bakliyat ürünleri yerleştirilmişti. Pirinç ve nohutu alıp kulübeden çıktım. Birkaç adım sonra geriye dönüp kulübeye baktım. İçine girecek nem, hayvanlar yiyeceklere zarar verebilirdi. Elimdekileri bırakıp el arabasını alıp kulübeye geri geldim. İçeri girip elime gelen herşeyi el arabasına koydum. Yarım saat sonra kulübenin içi boşaldı. Eve girdiğimde rakun beyciğim deli gibi tepiniyordu. Yukarı çıkıp kapıyı açtığımda kapı boydan boya çizilmişti. Rakun bacaklarımın arasından kaçıp aşağı kata indi. Kapıyı kapatıp aşağı indim. Güzelcene dev bir tava dolusu nohutlu pilav yaptım. Akşam sofraya oturduğumda kurt gibi acıkmıştım. Tavanın yarısını rakun beyciğimle beraber bitirdik. Annem bu günleri görseydi gurur duyardı kesin. Ama malesef göremedi. Belki hâlâ yaşıyordur ama bilmiyorum. Bir dakika, ömrümü bu evde geçireceğime neden annemi aramıyorum ki? Ama birde Türkiye şartlarını hesaba kattığımızda işler sarpa sarar. Gerçi bu umrumda bile değil. Her ne kadar aranan kişi olsam da bunun üstesinden gelebilirim. Rakun beye bir bakış atıp;
"Ne dersin, buralardan gidelim mi?" dedim. Suratıma baktıktan sonra masadan aşağı atlayıp koltuğun üzerine kıvrıldı. Napıyorum ben ya, Robb'dan 2 km uzakta bile yaşayamıyorum daha Türkiye'ye gitmeyi planlıyorum. Sabredicem, hem onlar beni arasınlar. Asıl çocuk hasreti çekenler onlar banane ki. Bize ne?
***
Gece yatmadan önce evde interneti olan bir telefon buldum. İnterneti açıp Robb'un sosyal medya hesaplarına bakmaya başladım. Gözlerini uzun zamandan sonra gördüğüm ilk anda ağlamaya başladım. Canım benim, nasıl da gülüyor. Ne kadar mutlu. Onsuz yaşayamıyorum. Neden hâlâ hasretini çekiyorum ki? Birkaç saniyelik telefon numarası hatırlama girişiminden sonra onu aradım.
"Alo? Alo? Kimsiniz?"
"Robb-"
"Aylin, birtanem nerdesin nasılsın, iyi misin, özledim seni."
"Bende"
"Sensiz yapamıyorum Aylin lütfen geri dön"
"Robb yapamam"
"Boşver sen Thomas'ı. Onlar da pişman gittiğin için hadi geri dö-"
Telefonu kapattım. Sesini duydukça daha kötü oluyordum. Telefonun öbür ucunda o da ağlıyordu. Daha nasıl dayanabilirim bilmiyorum. Geri de dönemem. Güç evremi daha tamamlamadım. Zaten bu da son evrem sabretmek zorundayım. Ortalama 2 ay sürecek olan evre bittiğinde koşarak Robb'a sarılacağım. Bu rakun şahidim olsun köpek gibi sarılacağım. Onsuz nefes alamıyorum, uyuyamıyorum. Evre zorunluluğum olmasa yemek dâhi yiyemem. Özlüyorum işte, deliler gibi özlüyorum. Şu rakunun annesini özlediği kadar özlüyorum. Onu hâlâ hayatta tutacak bir güç var. Benim güç kaynağım ise Robb. Dayanacağım Robb, senin için dayanacağım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Simyacı
Science FictionBaşka bir evrenden annemin rahmine düştüm. Benim yüzümden ailem darmaduman oldu ve babamla birlikte yepyeni bir hayata adım attık. Zero'yla bu cennet diyarlarda tanışıp kader ortağı olduk. Jack ve Dany'nin yaptıkları pislikler hayatımıza altından k...